ISSN 0304-596X | E-ISSN: 2148-7669
Acta Oncologica Turcica - Acta Oncol Tur.: 55 (1)
Volume: 55  Issue: 1 - 2022
ORIGINAL ARTICLE
1.The Predictive Value of FDG PET/CT in the Evaluation of Bone Marrow Involvement in Lymphoma Patients
Buğra Sağlam, Abdulkerim Yıldız, Buğra Kaya, Kultigin Türkmen
doi: 10.5505/aot.2022.39259  Pages 1 - 8
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı, yeni tanı konmuş lenfoma hastalarında ilk evreleme sırasında kemik iliği (BM) tutulumunun değerlendirilmesinde PET-BT'nin rolünü belirlemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2010-Eylül 2016 tarihleri arasında Hematoloji Bölümümüze başvuran ve lenfoma tanısı alan 104 hastanın retrospektif analizi yapıldı. Hastalar Hodgkin (HL) ve Hodgkin Dışı Lenfoma (HDL) olarak sınıflandırıldı. HDL hastaları da agresif ve yavaş seyirli olmak üzere iki alt grupta değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların 54’ü (% 51.9) erkek ve 50’si (% 48.1) kadındı ve 24 HL'li ve 80 HDL olarak sınıflandırıldı. Kemik iliği (Kİ) biyopsisi 40 hastada (% 38,5) Kİ tutulumu gösterdi ve 64 (% 61,5) hastada patolojik bulgu görülmedi. PET-BT ile tüm hasta grubunun 41'inde (% 39,4) Kİ tutulumu saptandı, bunların 26'sında (% 63,4) yaygın infiltrasyon, kalan 15'inde (% 36,6) yamalı infiltrasyon vardı. Tüm lenfoma hastaları için PET-BT'nin duyarlılığı% 80 ve özgüllüğü% 85.9'du. PET-BT'nin duyarlılığı ve özgüllüğü HL hastaları için sırasıyla %92,3 ve %81,8 ve NHL hastaları için %74,1 ve %86,8 idi. Sadece agresif HDL hastaları için PET-BT duyarlılığı% 81.8 ve özgüllük% 87.75 idi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: PET-BT, yamalı tutulumun saptanmasında özellikle HL ve agresşf HDL hastalarında Kİ tutulumunu daha yüksek bir duyarlılıkla değerlendirmek için etkili bir yöntemdir. Non-invaziv ve uygulanmasının kolay olması BM biyopsisi yerine kullanılabileceğini destekleyebilir.
INTRODUCTION: The aim of the current study was to determine the role of PET-CT in the evaluation of bone marrow (BM) involvement during initial staging in patients with newly diagnosed lymphoma.
METHODS: A retrospective analysis was made of 104 patients who were admitted to our Hematology Department between January 2010 and September 2016 and were diagnosed with lymphoma. Patients were classified as Hodgkin (HL) and Non-Hodgkin Lyphoma (NHL). NHL patients were evaluated in two subgroups as aggressive and indolent.
RESULTS: The patients comprised 54 (51.9%) males and 50 (48.1%) females and were classified as 24 patients with HL and 80 with NHL. BM biopsy showed BM involvement in 40 patients (38.5%) and there was no pathological finding in 64 (61.5%) patients. BM involvement was detected on PET-CT in 41 (39.4%) of the whole patient group, of which 26 (63.4%) cases had diffuse infiltration and the remaining 15 (36.6%) cases had patchy infiltration. For all lymphoma patients, sensitivity of PET-CT was 80% and specificity was 85.9%. Sensitivity and specificity of PET-CT was 92.3% and 81.8% for HL patients and 74.1% and 86.8% for NHL patients, respectively. For only aggressive NHL patients, PET-CT sensitivity was 81.8% and specificity was 87.75%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: PET-CT is an effective method for assessing BM involvement with a higher sensitivity especially for HL and aggressive NHL patients in detecting patchy involvement. The fact that it is non-invasive and easy to apply may support that it can be used instead of BM biopsy.

2.Diagnostic Value of 1.5 Tesla Multiparametric MRI in Prostate Cancer
Ülkü Bekar, Şehnaz Tezcan
doi: 10.5505/aot.2022.59140  Pages 9 - 15
GİRİŞ ve AMAÇ: Prostat kanseri tanısında prostat biyopsisi halen altın standart tetkik olmakla birlikte 1,5 Tesla (T) ya da 3 T cihazlarla uygulanan multi-parametrik MRG (MpMRG), tanıda vazgeçilmez bir tetkik haline gelmiştir. Bu çalışmada; prostat kanseri şüphesiyle 1,5 T cihaz ile MpMRG yapılan hastaların, Prostat Görüntüleme Raporlama ve Bilgi Sistemi versiyon2 (PI-RADSv2) skorlarını, prostat biyopsisi patoloji sonuçlarıyla karşılaştırmayı amaçladık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza kliniğimizde Ocak 2017-Ocak 2020 tarihleri arasında prostat kanser şüphesi nedeniyle MpMRG ve ardından prostat biyopsisi yapılmış 52 hasta (26 benign, 26 malign) dahil edildi. Bu olguların yaşı, prostat hacmi, kan PSA (prostat spesifik antijen) değeri, yoğunluğu ve patoloji sonuçları analiz edildi. Deneyimli bir radyolog tarafından her bir hasta için PI-RADSv2 skorlama sistemine göre kategorizasyon yapıldı. İstatistiksel analizde “Ki kare” testi ile “Student-t” test kullanıldı.

BULGULAR: Benign hasta grubunun (96,4±77,7) ortalama prostat hacmi malign gruptan (47,4±17.3) anlamlı olarak daha yüksektir (p=0,003). Ortalama PSA değeri ve yoğunluğu malign hastalarda (PSA değeri, 13,7±16,5 ng/ml; PSA yoğunluğu, 0,33±0,46 ng/ml/cc) benign hasta grubundan (PSA değeri, 6,8±3,3 ng/ml; PSA yoğunluğu, 0,09±0,05 ng/ml/cc; p<0,05) daha yüksektir. 1,5T cihaz ile uygulanan MpMRG’nin anlamlı prostat kanseri saptamadaki sensitivitesi %73,08, spesifitesi %84,62 pozitif prediktif değeri %82,61 iken negatif prediktif değeri ise %75,86 olarak hesaplandı.

TARTIŞMA ve SONUÇ: PI-RADSv2’ye göre negatif MpMRG’nin yüksek negatif prediktif değeri göz önüne alındığında MRG gereksiz biyopsi oranını azaltabilir.

INTRODUCTION: Although prostate biopsy is still the gold standard in diagnosis of prostate cancer (PC), multi-parametric MRI (MpMRI) applied with 1.5 Tesla (T) or 3T systems has become an indispensable method in diagnosis. We aimed to compare “Prostate Imaging-Reporting and Data System version2” (PI-RADSv2) scores with pathology of patients who underwent MpMRG (1.5T) for the suspicion of PC.

METHODS: Between January 2017 and January 2020, 52 patients (26 benign, 26 malignant patients) who underwent MpMRI followed by biopsy in our center due to suspicion of PC were included in our study. Age, prostate volume, blood PSA (prostate specific antigen) value, density and pathology of these cases were analyzed. The PI-RADSv2 assessment category was assigned for each patient by an experienced radiologist. The "Chi-square" test and "Student-t" test were used for statistical analysis.
RESULTS: The mean prostate volume of benign group (96.4±77.7) was significantly higher than patients with cancer (47.4±17.3) (p=0.003). Mean PSA value and PSA density in patients with malignancy (PSA value, 13.7±16.5 ng/ml; PSA density, 0.33±0.46 ng/ml/cc) were significantly higher than benign group (PSA value, 6.8±3.3 ng/ml; PSA density, 0.09±0.05 ng/ml/cc, p<0,05). The sensitivity, specificity, negative predictive value and positive predictive value of MpMRI applied with 1.5 T system in detection of significant PC was 73.08% 84.62%, 82.61% and 75.86%, respectively.

DISCUSSION AND CONCLUSION: Considering the high negative predictive value of negative MpMRI findings for significant PC due to PI-RADSv2, MRI can reduce unnecessary biopsy.


3.Long-Term Oncological Outcomes for Patients Treated with Oncoplastic Breast-conserving Surgery
Gamze Kızıltan, Lütfi Doğan, Mehmet Ali Gülçelik, Cihangir Özaslan
doi: 10.5505/aot.2022.67209  Pages 16 - 24
GİRİŞ ve AMAÇ: Onkoplastik meme cerrahisi, büyük tümörlerde bile iyi estetik sonuçlarla meme koruyucu cerrahi imkanı sağlayan bir tekniktir. Bu çalışma, onkoplastik meme cerrahisi ile tedavi edilmiş hastalarda uzun dönem onkolojik sonuçların değerlendirilmesini amaçlamaktadır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada, 2007-2014 yılları arasında hastanemizde onkoplastik meme cerrahisi teknikleri kullanılarak opere edilmiş 230 meme kanseri hastasına ait veriler retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Bu alanda yapılmış benzer çalışmaların çoğunda erken evre meme kanseri hastalarına ait veriler bulunmaktadır. Biz böyle bir kısıtlama yapmadan tüm hastalarımıza ait verileri değerlendirerek, tümör boyutunun bu tekniğin güvenilirliğini etkileyip etkilemediğini araştırdık.
Ayrıca, hasta ve tumor özellikleri, uygulanan cerrahi yöntem, cerrahi komplikasyonlar, patolojik sonuçlar ile lokal nüks ve sağkalım özellikleri incelendi.

BULGULAR: Median takip süresi 73 ay (aralık 7–149 ay) idi. 10 yıllık hastalıksız sağkalım oranı %74.4 ve 10 yıllık toplam sağkalım oranı %80.0 olarak bulundu. 10 yıllık lokal nüks oranı %1.7 idi. Erken komplikasyon oranı %22.6% olarak tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Onkoplastik meme cerrahisi, büyük tümörü olan hastalarda bile komplikasyon, lokal nüks ve sağkalım oranlarında olumsuzluğa neden olmadan güvenle uygulanabilir bir yöntemdir.
INTRODUCTION: Oncoplastic breast surgery is a safe and effective surgical technique that improves aesthetic outcomes and broadens the indication for breast-conserving surgery for larger tumors. The purpose of this study was to assess the long-term oncological results of oncoplastic breast-conserving surgery in breast cancer patients.
METHODS: This is a retrospective study of 230 breast cancer patients who underwent volume displacement oncoplastic breast surgery techniques between 2007 and 2014. Most of the similar studies had evaluated only patients with early-stage breast tumors. We did not limit our data due to the tumor stage to analyze all and see if tumor size affects the safety of this technique.
We explored patient and tumor characteristics, surgical treatments, surgery-related complications, and pathological outcomes. Moreover, disease-free survival, overall survival, and local recurrence rates of 10 years follow-up were also estimated.

RESULTS: The median follow-up time was 73 months (range 7–149 months). The 10-year disease free survival (DFS) rate was 74.4%, and 10-year overall survival (OS) was 80.0%. The 10-year local recurrence rate was 1.7%. The early complication rate was 22.6%.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The oncoplastic breast-conserving surgery is a method that can be applied safely without unfavorable effects on local relapse and survival rates, even for large tumors.

4.Evaluation of Effect and Side Effects of Pemetrexed in Patients with Advanced-Stage Lung Adenocarcinoma
Serkan Gökçay, Elif Atag
doi: 10.5505/aot.2022.23500  Pages 25 - 33
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada ileri evre küçük hücreli dışı akciğer adenokarsinomu hastalarında pemetrexed kullanımının etkinliğini ve doz kısıtlayıcı yan etkilerini değerlendirmek amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma 2017 – 2019 yılları arasında tedavi almış hastaların dosyaları retrospektif olarak incelenerek yapılmıştır. Hastaların gelişmiş olan doz kısıtlayıcı yan etkileri, her kür öncesi alınan kan tetkikleri ve dosyalarındaki notlara bakılarak değerlendi. Tüm toksisiteler Common Terminology Criteria for Adverse Events kullanılarak sınıflandırıldı.
BULGULAR: Hastalarda en sık doz kısıtlayıcı yan etki 50% hastada gelişen nötropeni oldu. Hastaların 28,1%’inde tüm kan serilerini etkileyen yan etki görülmüştür. Pemetrexedle birlikte verilen platinlerin yan etki insidansları benzerdi. Pemetrexed platin kombinasyon kemoterapisini ikinci ve sonraki basamaklarda alan hastalarda daha uzun median ortalama sağkalımla ilişkiliydi (p < 0,05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pemetrexed ileri evre akciğer küçük hücreli dışı karsinomlarında kolay tolere edilebilen, etkili bir kemoterapi ajanıdır.
INTRODUCTION: The purpose of this study was to evaluate the efficacy and dose-limiting side effects of pemetrexed use in patients with advanced-stage non-small-cell lung adenocarcinoma.
METHODS: This study was conducted retrospectively by examining the files of patients who received treatment between 2017 and 2019. The dose-limiting side effects of the patients were evaluated by looking at the blood tests taken before each cycle and the notes in their files. All toxicities were classified by using the Common Terminology Criteria for Adverse Events.
RESULTS: The most common dose-limiting side effect was neutropenia, which developed in 50% of the patients. Side effects that affecting all blood series were observed in 28,1% of patients. The incidence of side effects of platinum given with pemetrexed was similar. Longer median survival was statistically correlated within patients receiving pemetrexed + platinum combination chemotherapy in the second and subsequent lines (p < 0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Pemetrexed is an easily tolerated and effective chemotherapy agent in advanced-stage non-small-cell lung carcinomas.

5.Contribution of Diffusion-Weighted Imaging and Ultrasound Elastography to the Diagnosis of Breast Cancer
Arzu Hushmand Arya, Kevser Esmeray Çifci, Mehmet Ali Nazlı
doi: 10.5505/aot.2022.53496  Pages 34 - 42
GİRİŞ ve AMAÇ: Meme lezyonlarının sertliği, malign kitleleri benign kitlelerden ayırmaya yardımcı olur. Doku sertliği, sırasıyla görünür difüzyon katsayısı (ADC) ve ultrason elastografi teknikleri kullanılarak manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ve ultrasongrafi (US) ile kantitatif ve objektif olarak değerlendirilebilir. Bu çalışmada US elastografi ve difüzyon MR sekanslarını kullanarak malign meme kitlelerinde strain ratio (SR) ve görünür difüzyon katsayısı değerlerinin (ADC) ve tanıya katkılarını belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmamıza XXX Hastanesi Radyoloji Kliniği’nde Kasım 2013-Nisan 2014 tarihleri arasında, tru-cut biyopsi ile histopatolojik olarak kanıtlanmış invaziv meme kanseri olan ve Radyoloji kliniği arşivinde, biyopsi ve tedavi öncesi meme US elastografi ve meme MRG incelemeleri bulunan 18 yaş üzeri 50 kadın olguda 50 lezyon dahil edildi. Sonoelastografik incelemeler 13-18 Mhz lineer yüksek rezolüsyonlu volümetrik prob ile gerçekleştirildi (Toshiba Aplio 400, Japan, 2014). Görüntüleme ve ölçümler 10 yıl meme radyoloji tecrübesi olan tek uygulayıcı tarafından yapılmıştır. MR görüntüleri pron pozisyonda, bilateral 16 kanallı phased-array meme koili kullanılarak 1.5-Tesla MR cihazı (Signa HDi; GE Healthcare, Milwaukee, WI) ile gerçekleştirilmiştir. ADC haritalarında 10-40 mm2 ROI kullanılarak lezyonun farklı bölgelerinden, kistik, nekrotik ve hemorajik alanları içermeyecek şekilde ADC değerleri ölçüldü. Bu değerler arasından en düşük ADC değeri seçildi.
BULGULAR: Kitlelerin SR değerleri ile boyutları arasında birbiriyle doğru orantılı ve istatistiksel olarak orta derecede anlamlı ilişki izlenmektedir (p<0.001). Kitle ADC değeri ile boyut arasında ise birbiriyle ters orantılı ancak istatistiksel olarak düşük anlamlılık düşündüren korelasyon bulundu (p<0.031). Kitle ADC ve SR değerleri arasında anlamlı korelasyon izlenmedi (p>0.05). En yüksek SR değeri, mikst intrakistik müsinöz ve invazif duktal karsinom tanılı tek olguda 92.79 ve en yüksek ADC değeri ise müsinöz karsinom tanılı tek olguda 1.49 x10-3 mm2/s olarak elde edilmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ultrason Elastografi ve difüzyon ağırlıklı görüntüleme yüksek duyarlılık ve özgüllüğü olan invazif olmayan nisbeten yeni yöntemlerdir. Bu yöntemlerin meme hastalıklarında temel yöntemler ile birlikte kullanılması benign ve malign meme lezyonun ayrımında diagnostik performansı artırmaktadır.
INTRODUCTION: The firmness of breast lesions helps to differentiate malignant masses from benign masses. Tissue stiffness can be evaluated quantitatively and objectively by magnetic resonance imaging (MRI) and ultrasonography (USG) using the apparent diffusion coefficient (ADC) and ultrasound elastography techniques, respectively. We aimed to determine the strain ratio (SR) and ADC and their contribution to the diagnosis in malignant breast masses using US elastography and diffusion MR sequences.
METHODS: Our study included 50 lesions in 50 female patients over 18 years of age who had invasive breast cancer proven histopathologically by tru-cut biopsy and had breast US elastography and breast MRI examinations before biopsy in the Radiology clinic archive. Sonoelastographic studies were performed with a 13-18 Mhz linear high resolution volumetric probe (Toshiba Aplio 400, Japan, 2014). Imaging and measurements were made by a single practitioner with 10 years of experience in breast radiology. ADC values were measured from different parts of the lesion, not including cystic, necrotic and hemorrhagic areas, using 10-40 mm2 ROI on ADC maps and the lowest ADC value was selected.
RESULTS: A significant correlation between the SR and sizes of the masses (p<0.001). A correlation between the mass ADC and the size was found to be inversely proportional to each other, but suggesting statistically low significance (p<0.031). The highest SR and ADC were 92.79 in a single case with mixed intracystic mucinous and ductal carcinoma and 1.49 x10-3 mm2/s in a single case with mucinous carcinoma, respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Sonoelastography and DWI are relatively new non-invasive methods with high sensitivity and specificity. The use of these methods together with basic methods in breast diseases increases the diagnostic performance in the differentiation of benign and malignant breast lesions.

6.Analysis of Demographic and Disease Characteristics of Patients with Chronic Myeloid Leukemia: A Single Centre Retrospective Analysis
Mesut Tığlıoğlu, Murat Albayrak, Abdulkerim Yıldız, Pınar Tığlıoğlu, Buğra Sağlam, Fatma Yılmaz, Merih Reis Aras, Umit Yavuz Malkan, Senem Maral
doi: 10.5505/aot.2022.08831  Pages 43 - 51
GİRİŞ ve AMAÇ: Kronik miyeloid lösemi (KML), Philadelphia kromozomunun (Ph) varlığı ve miyeloid serideki hücrelerin aşırı üretimi ile karakterize klonal miyeloproliferatif bir hastalıktır. Tirozin kinaz inhibitörlerinin (TKİ'ler) gelişmesiyle, KML için tedavi seçenekleri önemli ölçüde değişmiştir. KML hastalarının sağkalımını ve prognozunu değerlendirmede anahtar rol, BCR-ABL yükünün, uygun tedavi ile tanımlanan zaman ve değerde azalmasıdır. Bu çalışmanın amacı, KML hastalarının klinik ve demografik özelliklerinin yanı sıra tedavi etkinliklerini, yan etki profillerini, tedavi dirençlerini ve sağkalımlarını analiz etmekti.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu retrospektif çalışma, 2010-2020 yılları arasında hastanemiz hematoloji bölümünde BCR-ABL pozitif KML tanısı alan hastalar üzerinde gerçekleştirilmiştir. KML hastalarının klinik ve demografik özellikleri, tedavi etkinliği, yan etkiler, tedaviye direnç, olası komplikasyonlar ve sağkalım parametreleri ile birlikte analiz edildi.
BULGULAR: Bu çalışmaya toplam 59 hasta dahil edildi. Ortalama yaş 55.59 ± 14.48 (yıl) ve medyan toplam takip süresi 33.9 [0.2-172.0] aydı. Tüm hastalara ilk tedavi olarak imatinib verildiği görüldü. Başka bir merkezdeki imatinib kesilme çalışmasına 2 hasta dahil edildi. İmatinib tedavisinden 12 ay sonra, hastaların %53.3'ünde majör moleküler yanıt elde edildi (BCR ABL <0.1). İkinci kuşak TKİ olarak 14 (% 46,7) hastada dasatinib, 15 hastada (% 50) nilotinib tercih edildi. 2. basamak TKİ tedavisinden 12 ay sonra, hastaların %77.8'i majör moleküler yanıt elde etti (BCR ABL <0.1). 3 hastada, takipte blastik transformasyon saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Mevcut çalışmanın sonuçları, tedavi seçeneklerinin, yanıt oranlarının ve yan etkilerin, mevcut literatür sonuçlarıyla karşılaştırılabilir olduğunu göstermiştir. Hastalıkların seyrini daha iyi yönetmek ve tedavilerini düzenlemek için daha geniş popülasyonlu çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: Chronic myeloid leukemia (CML) is a clonal myeloproliferative disorder, characterized by overproduction of cells of the myeloid series with the presence of the Philadelphia chromosome (Ph). With the development of tyrosine kinase inhibitors (TKIs), treatment options for CML have changed significantly. A key role in assessing the survival and prognosis of CML patients is the reduction of the BCR-ABL burden with appropriate treatment in defined time. The aim of this study was to analyze the clinical and demographic characteristics of CML patients, as well as their treatment efficacy, side-effect profiles, treatment resistance and survival.
METHODS: This retrospective study was conducted on patients diagnosed with BCR-ABL positive CML in the Hematology Department of our hospital between 2010 and 2020. The clinical and demographic characteristics of CML patients were analyzed together with treatment efficacy, side-effects, resistance to treatment, possible complications and survival.
RESULTS: Evaluation was made of a total of 59 patients, with the mean age of 55.59 ± 14.48 years, and median total follow-up period of 33.9 [0.2-172.0] months. All patients were given imatinib as the first-line treatment. 2 patients were included in a trial of imatinib cessation at another center. At 12 months after imatinib treatment, 53.3% patients achieved major molecular response (BCR ABL <0.1). As second generation TKIs, dasatinib was preferred in 14 (46.7%) patients and nilotinib was preferred in 15 patients (50%). At 12 months after 2nd line TKI treatment, 77.8% patients achieved major molecular response (BCR ABL <0.1). Blastic transformation was detected in 3 patients during follow-up.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The results of the current study demonstrated that treatment options, response rates and side-effects were all comparable with the results of other real-world studies. Larger patient-based studies are needed to cover the course of the disease and to better manage these patients.

7.Standart Prophylactic Granulocyte Colony Stimulating Factor Usage As A Part Of Autologous Stem Cell Transplantati̇on Procedure
Lale Aydın Kaynar, Zübeyde Nur Özkurt, Ferda Can, Zeynep Arzu Yeğin, Özlem Güzel Tunçcan, Münci Yağcı
doi: 10.5505/aot.2022.47113  Pages 52 - 57
GİRİŞ ve AMAÇ: Otolog hematopoietik kök hücre transplantasyonunun (ASCT) morbidite ve mortalitesinin başlıca nedenlerinden biri, uzun süreli nötropeni sırasındaki enfeksiyonlardır. Bu çalışmada ASCT hastalarında profilaktik G-CSF kullanımının enfeksiyon sıklığı, nötrofil engraftmanı ve nötropeni süresi, hastanede kalış süresi ve nakille ilişkili morbidite ve mortalite üzerine etkisini araştırmayı amaçladık.

Çalışmaya toplam 226 hasta (129 erkek, 97 kadın) dahil edildi. Profilaktik G-CSF alan hastalarda nötrofil engraftmanı daha erkendi [13 (9-23) ve 12 (10-22) gün] ve nötropeni süresi [11 (5-23) ve 8 (5-19) gün] daha kısaydı (p <0.001). ASCT serisinde profilaktik olarak G-CSF kullanımının nötropeni süresini azalttığını ve nötropenik ateş sıklığını azalttığını göstermiştir. Organ nakline bağlı ölüm oranı (TİM) ve enfeksiyona bağlı ölüm oranı analizleri, olay seviyesinin düşük olması nedeniyle çok anlamlı değildi (p> 0.05).
YÖNTEM ve GEREÇLER: G-CSF, birimimizde Şubat 2014'ten itibaren 3 yıldır otolog kök hücre nakli sonrası rutin olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada, uygulamadan üç yıl önce ve sonra ardışık oto-HSCT verileri geriye dönük olarak toplanmıştır. Rutin antimikrobiyal profilaksiye ek olarak, G-CSF alan grupta beşinci günden itibaren 5 mcg/kg/gün G-CSF sc başlandı ve nötrofil engraftrasyonuna kadar uygulamaya devam edildi.
BULGULAR: Çalışmaya toplam 226 hasta (129 erkek, 97 kadın) dahil edildi. Profilaktik G-CSF alan hastalarda nötrofil engraftmanı daha erkendi [13 (9-23) ve 12 (10-22) gün] ve nötropeni süresi [11 (5-23) ve 8 (5-19) gün] daha kısaydı (p <0.001). ASCT serisinde profilaktik olarak G-CSF kullanımının nötropeni süresini azalttığını ve nötropenik ateş sıklığını azalttığını göstermiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Organ nakline bağlı ölüm oranı (TİM) ve enfeksiyona bağlı ölüm oranı analizleri, olay seviyesinin düşük olması nedeniyle çok anlamlı değildi (p> 0.05).
INTRODUCTION: One of the major causes of morbidity and mortality of autologous hematopoietic stem cell transplantation (ASCT) is infections during prolonged neutropenia. In this study, we aimed to investigate the effect of prophylactic G-CSF use in ASCT patient on the frequency of infection, duration of neutrophil engraftment and neutropenia, length of hospital stay and transplant-related morbidity and mortality.

METHODS: G-CSF has been routinely used after autologous stem cell transplantation in our unit for 3 years since February 2014. In this study, three years before and after the application consecutive auto-HSCT data were collected retrospectively. In addition to routine antimicrobial prophylaxis, In the group receiving G-CSF, 5mcg / kg / day G-CSF sc was started from fifth day and application was continued until neutrophil engraftment.

RESULTS: A total of 226 patients (129 males, 97 females) were included in the study. In patients receiving prophylactic G-CSF, neutrophil engraftment was earlier [13 (9-23) and 12 (10-22) days], and the duration of neutropenia [11 (5-23) and 8 (5-19) days] was shorter (p <0.001). In the ASCT series prophylactic use of G-CSF showed that reduced the duration of neutropenia and decreased in neutropenic fever frequency.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Transplant-related mortality (TİM) and infection-related mortality analyzes were not very significant due to the low level of event (p> 0.05).


8.Value of ADC Thresholds to Diagnose Head and Neck Lesions: Can ADC Values Replace Biopsy?
Funda Ulu Öztürk, Fuldem Dönmez, Şehnaz Tezcan, Muhteşem Ağıldere
doi: 10.5505/aot.2022.68442  Pages 58 - 67
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada, baş boyun lezyonlarının doku karakterizasyonunda difüzyon ağırlıklı görüntülemenin kullanımını değerlendirmek adına, malign ve benign baş boyun lezyonları (grup A), lenfoma ve karsinom (grup B), malign ve benign lenf nodları (grup C) ayrımını yapabilmek için ADC değerleri arasındaki farklılıkları araştırdık ve bu ayrımlar için eşik değerler belirlemeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya 88 hastadaki 95 lezyonu dahil ettik. 84 lezyon histopatolojik olarak doğrulandı. 1.5T MR ünitesinde 0, 400 ve 800 sn/mm2 b değerleri ile difüzyon ağırlıklı görüntüleme yapıldı. Gruplar Kruskal-Wallis testi kullanılarak karşılaştırıldı.
BULGULAR: Grup A, grup B ve grup C'de istatistiksel olarak anlamlı fark bulundu. Grup A'da maligniteyi öngörmek için 1.13×10-3 mm2/s'lik bir ADC değeri kullanıldığında, duyarlılık, özgüllük ve doğruluk sırasıyla %85.7, %71.7 ve %78.9 idi. Grup B'de ayrım yapmak için eşik değer olarak 0.85×10-3 mm2/s kullanıldığında en iyi sonuçlar %83,7 doğruluk, %92.9 duyarlılık ve %78,3 özgüllük ile elde edildi. Grup C'de ayrım yapmak için eşik değer olarak 0.95×10-3 mm2/s kullanıldığında en yüksek doğruluk %82.8, duyarlılık%90.5 ve özgüllük %71.4 ile elde edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Difüzyon ağırlıklı görüntüleme ADC değerleri kullanılarak baş ve boyun lezyonlarını karakterize etmek için kullanılabilir, ancak biyopsinin yerini alamaz.
INTRODUCTION: We aimed in this study to evaluate the usefulness of DWI in tissue characterization of head and neck lesions, to investigate the difference in ADC values for distinguishing malignant and benign head and neck lesions (groupA), lymphoma and carcinoma (groupB), malignant and benign lymph nodes (groupC) and to determine threshold values for these distinctions.
METHODS: We included 95 lesions in 88 patients. 84 lesions were histopathologically confirmed. DWI using single-shot echo-planar imaging with b factors of 0, 400 and 800 sec/mm2 were performed on 1.5TMR unit. Groups were compared using Kruskal-Wallis test.
RESULTS: Statistically significant difference was found in groupA, groupB and groupC. When an ADC value of 1.13×10-3 mm2/s was used for predicting malignancy in groupA, the sensitivity, specificity and accuracy were 85.7%, 71.7%, 78.9%, respectively. If 0.85×10-3 mm2/s was used as a threshold value for differentiating in groupB the best results were obtained with an accuracy of 83.7%, sensitivity of 92.9% and specificity of 78.3%. When 0.95×10-3 mm2/s was used as a threshold value for differentiating in group C the highest accuracy of 82.8%, with 90.5% sensitivity and 71.4% specificity was obtained.
DISCUSSION AND CONCLUSION: DWI can be used to characterize head and neck lesions based on ADC values, but cannot replace biopsy.

CASE REPORT
9.Palbociclib Associated Deep Vein Thrombosis: A Case Report
Elif Şenocak Taşçı, Özlem Sönmez
doi: 10.5505/aot.2022.59751  Pages 68 - 71
Siklin-D-sikline bağımlı kinaz 4/6 (CDK 4/6) inhibitörleri metastatik hormon reseptörü pozitif meme kanserinde yeni bir dönem başlatmıştır. Ribociclib, palbociclib ve abemaciclib (CDK 4/6 inhibitörleri) endokrin tedavisi ile kombinasyon halinde kullanılır ve progresyonsuz ve genel sağkalımda önemli bir fayda sağlamıştır. Yorgunluk, nötropeni, anemi ve diyare yaygın görülen ve doz modifikasyonları ile kolaylıkla kontrol edilebilen yan etkilerdir. Burada, palbosiklib tedavisi altında gelişen, tekrarlayıcı ve tedavinin kesilmesi ile sonuçlanan nadir bir yan etki olan derin ven trombozu olgusunu sunduk.
Cyclin-D-cyclin dependent kinase 4/6 (CDK 4/6) inhibitors started a new era in metastatic hormone receptor positive breast cancer. Ribociclib, palbociclib and abemaciclib (CDK 4/6 inhibitors) are used in combination with endocrine therapy and they provided a significant benefit in progression free and overall survival. Fatigue, neutropenia, anemia, and diarrhea are commonly seen side effects which are easily manageable with dose modifications. Herein, we presented a case of deep vein thrombosis developed twice under palbociclib treatment which is a rarely reported side effect causing cessation of the treatment.

10.Hodgkin Lymphoma Identified After Non-Hodgkin Lymphoma: Two Case Reports
Ersin Bozan, Tuğçe Nur Yiğenoğlu, Mehmet Sinan Dal, Merih Kızıl Çakar, Fevzi Altuntas
doi: 10.5505/aot.2022.98470  Pages 72 - 76
Aynı hastada farklı malign hastalıkların bir arada bulunması klinik olarak nadiren karşılaşılabilen bir durumdur. Bu, aynı hastada aynı anda veya farklı zamanlarda iki farklı kanser türünün ortaya çıkması olarak gözlemlenebilir. Bireyin genetik yapısı, çevresel faktörler, kemoterapötik ajanlar ve birincil hastalığın tedavisinde kullanılan radyoterapi bu süreçte rol oynayabilir. Hodgkin lenfoma, Hodgkin dışı lenfoma tedavisinden sonra neredeyse çok nadir görülür. Bu yazıda, kliniğimizde Hodgkin dışı lenfoma tanı ve tedavisi sonrası klasik Hodgkin lenfoma tanısı alan iki olguyu paylaşmayı amaçladık.
The coexistence of different malignant diseases in the same patient is an entity that can rarely be encountered clinically. This can be observed as the presentation of two distinct types of cancer in the same patient simultaneously or at different times. The genetic structure of the individual, environmental factors and chemotherapeutic agents and radiotherapy used in the treatment of primary disease may play a role in this process. Hodgkin lymphoma is hardly ever observed after non-Hodgkin lymphoma treatment. In this report, we aimed to share two cases that were diagnosed with classical Hodgkin lymphoma in their follow-up after non-Hodgkin lymphoma diagnosis and treatment in our clinic.

LookUs & Online Makale