ISSN 0304-596X | E-ISSN: 2148-7669
Acta Oncologica Turcica - Acta Oncol Tur.: 50 (1)
Volume: 50  Issue: 1 - 2017
ORIGINAL ARTICLE
1.Prognostic Value of Neutrophil/Lymphocyte Ratio (NLR), Platelet/Lymphocyte Ratio (PLR) and Mean Platelet Volume (MPV) In Patients with Colorectal Carcinoma [Izmir Oncology Group(IZOG) Study]
Utku Oflazoglu, Ahmet Alacacioglu, Isıl Somali, Melike Yuce, Abdullah Murat Buyruk, Umut Varol, Tarik Salman, Halil Taskaynatan, Yasar Yildiz, Yuksel Kucukzeybek, İlhan Oztop, Mustafa Oktay Tarhan
doi: 10.5505/aot.2017.09609  Pages 1 - 6
GİRİŞ ve AMAÇ: Önceden kolorektal kanser(KRK) genel sağkalım ve rekürrense etki edebilecek çeşitli faktörler tanımlanmıştır. Ancak bunların birkaçı prognostic marker olarak kabul edilir. Mevcut çalışmamızda nötrofil/lenfosit oranı(NLO), trombosit/lenfosit oranı(TLO) ve ortalama trombosit hacminin(OTH) KRK li hastalarada bir biobelirteç olarak potansiyelini araştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Retrospektif olarak tanı anında metastaik olmayan ve en az 12 aylık takip periyodu sonrasında rekürrens gelişen, 2008-2014 yılları arasında tanı almış 336 KRK tanılı hastanın klinik ve demografik verilerini incelendik. NLO, TLO ve OTH değerlerini belirlemek içi ROC eğrisi analizi kullanıldık.
BULGULAR: Hastalar nüks eden ve etmeyen olarak 2 gruba kategorize edildi. 89 hastada (%26,5) da takip periyodunda nüks gelişti. NLO≤3.39 olan grupta hastalıksız sağklaım 55.5 bulunurken NLO>3.39 olan grupta hastalıksız sağkalım 82.8 ay bulundu(p<0.0001). TLO≤183 olan grupta hastalıksız sağklaım 57.8 ay bulunurken TLO>183 olan grupta ise hastalıksız sağkalım 78.7 ay bulundu(p: 0.016). OTH≤8.3 olan grupta hastalıksız sağkalım 59.7 ay bulunurken OTH>8.3 olan grupta ise hastalıksız sağklaım 59.7 ay oarak bulundu(p: 0.057)
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bizim çalışmamız NLO,TLO ve OTH seviyelerinin KRK tanılı hastalarda güvenilebilecek prognostic biyobelirteçler olabileceğini göstermiştir. Yeni tanı almış KRK Tanılı hastalardaki NLO,TLO ve OTH değerlerinin artan sitokin seviyesini ve buna bağlı olarak değişimleri yansıması olabilir.
INTRODUCTION: There are various factors that have been determined to affect recurrence and survival in colorectal cancer (CRC). However, few of them exhibit so high a prognostic marker. The present study aimed to investigate the potential of neutrophil/lymphocyte ratio (NLR), platelet/lymphocyte ratio (PLR) and mean platelet volume (MPV) as prognostic markers in patients with CRC.
METHODS: We retrospectively examined the demographic and clinical data of 336 patients with colorectal adenocarcinoma in 2008-2014, which recurred after a 12-month follow-up period; the patients had non-metastatic cancer at the time of diagnosis. In order to find out NLR, PLR, and MPV cut-off values, ROC curve analysis was used.
RESULTS: Patients were categorized into two groups according to positive relapse and negative relapse. 89 patients (26.5%) experienced a relapse in the follow-up period. The group NLR≤3.39 had 55.5 months of disease-free survival (p<0.0001) while the group NLR>3.39 had 82.8 months (p<0.0001). The group PLR≤183 had 57.8 months, the group PLR>183 had 78.7 months (p=0.016); the group MPV≤8.3 had 59.7 months, the group MPV>8.3 had 87.2 months; the group MPV>8.3 had 87.2 months and the group MPV<8.3 had 59.7 months (p=0.057).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our study demonstrated that NLR, PLR and MPV levels can actually be relied on as a prognostic factor in patients with CRC. MPV, NLR and PLR values displayed by recently diagnosed patients with CRC may be a reflection of an increased cytokine level and thereby change depending on it.

2.To What Extent Peritonitis Carcinomatosa Can Foreseeable in Digestive System Tumors?
Bülent Aksel, Niyazi Karaman, Ergün Yüksel, Yavuz Selim Kahraman, Lütfi Doğan, Mehmet Ali Gülçelik
doi: 10.5505/aot.2017.64326  Pages 7 - 11
GİRİŞ ve AMAÇ: Birçok sindirim sistemi ve jinekolojik kansere bağlı olarak peritoneal yayılım gelişebilir. Görüntüleme yöntemlerindeki gelişmelere rağmen sindirim sistemi kaynaklı tümörlere bağlı gelişen peritonitis karsinomatoza’yı (PC) ameliyat öncesi tanımak güçtür.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışmada ameliyat öncesi tanımlanamayan PC saptanan hastaların evreleme tetkikleri geriye dönük olarak gözden geçirilmiştir. Ocak 2012- Kasım 2015 tarihleri arasında 82 hasta değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Kırkbeş (%54.8) hasta mide, 24 hasta (%29.2) kolorektal, 13 hasta (%15.8) pankreas ve safra yolu kaynaklı tümörler nedeniyle opere edilmişti. Hastaların tümüne evreleme amaçlı Bilgisayarlı Tomografi (BT) çekilmiş, 26 hastaya ayrıca karın ultrasonografisi (USG), 4 hastaya Manyetik Rezonans Görüntüleme (MRG) yapılmıştır. Sekiz hastaya ise Pozitron Emisyon Tomografisi (PET-BT) uygulanmıştır. Kırk (%48,7) hastaya cerrahi bypass ve diğer palyatif işlemler uygulanırken, 42 hastaya ek cerrahi işlem uygulanmamıştır. Tamamına laparotomi uygulanmış hastalardan oluşan bizim serimizde tüm hastalara preoperatif BT çekilmiş, on hastada bulgular şüpheli ancak laparotomiden vazgeçirecek kadar spesifik olmadığı yönünde yorumlanmıştır. En fazla şüpheli bulguya mide kaynaklı PC’lı hastalarda rastlanmıştır (8/45). Bizim çalışmamızda 8 hastaya uygulanan PET/BT’nin 4’ü şüpheli olarak yorumlanmış ancak PC varlığını dışlayacak kadar güçlü bulgulara rastlanmamıştır.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ameliyat öncesi konvansiyonel radyolojik görüntüleme yöntemleri ile PC’yı saptayabilmek halen güçtür. Farklı görüntüleme yöntemlerinin birlikte kullanılması başarı oranını arttırabilir. Özellikle lokal ileri ve sınırda rezektable hastalarda birlikte tümör belirteç yüksekliği de saptanması halinde PC ihtimalinin yüksek olduğu bilinmelidir. Bu hastalarda palyatif girişimler planlanmıyorsa evreleme laparoskopisi uygun bir alternatif olarak karşımıza çıkmaktadır.
INTRODUCTION: Peritoneal dissemination may develop in many digestive system and gynecological cancers. Despite advances in imaging technologies, it is difficult to diagnose PC induced by digestive system tumors before surgery.
METHODS: In this study, staging tests used in patients with PC that unidentified preoperatively were reviewed retrospectively. Eighty-two patients were evaluated in between January 2012 and November 2015.
RESULTS: Forty-five (54.8%) patients had been operated with stomach cancer, 24 patients (29.2%) with colorectal, and 13 patients (15.8%), pancreas and biliary tract cancers. Computerized Tomography (CT) was taken to all patients for staging, 26 patients were also evaluated with abdominal ultrasonography (USG) and 4 patients with magnetic resonance imaging (MRI). Positron Emission Tomography (PET-CT) was applied to eight patients. While 40 (48.7%) patients underwent surgical bypass and other palliative procedures, no additional surgical procedures were performed in 42 patients. In our series of patients who all have undergone laparotomy, all patients were evaluated with preoperative CT and suspicious findings identified in 10 patients were interpreted as not being specific to quit laparotomy. The most suspicious findings were reported in PC patients with gastric cancer (8/45). In our study, the PET/CT findings of 4 out of 8 patients evaluated were interpreted as suspicious, but they were not strong enough to exclude PC.
DISCUSSION AND CONCLUSION: It is still difficult to diagnose PC before surgery with conventional radiological imaging techniques. Combined use of different imaging modalities together can increase the success rate. It should be known that the probability of PC is especially high in patients with tumor marker elevation and locally advanced and borderline resectable disease findings. If palliative interventions are not planned in these patients, staging laparoscopy emerges as a suitable alternative.

3.The Clinicopathological Characteristics of Stage I Granulosa Cell Ovarian Cancer
Yakup Bozkaya, Mutlu Doğan, Nebi Serkan Demirci, Gokmen Umut Erdem, Nuriye Yıldırım Özdemir, Nurullah Zengin
doi: 10.5505/aot.2017.51423  Pages 12 - 16
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada kliniğimizdeki evre 1 over granüloza hücreli tümör (GHT) hastaların klinik verileri eşliğinde tedavi ve takip uygulamaları ile bunların sonuçları tartışılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Temmuz 2006 - Aralık 2015 yılları arasında kliniğimizde evre 1 GHT tanısı alan 15 hasta klinikopatolojik özellikleri, uygulanan tedaviler ve uzun süreli takip sonuçları açısından değerlendirilmiştir.
BULGULAR: Medyan yaşı 52 (24-71) idi. FIGO Evreleme Sistemine göre 9 hasta evre IA iken 6 hasta evre IC idi. Hastaların yarısı (53.3%) uterin kanama ile başvurdu. En sık (73.3%) yerleşim yeri ise sol over idi. Cerrahi tedavi olarak 10 hastaya total abdominal histerektomi+ bilateral salpingooferektomi+bilateral pelvik-paraaortik lenf nodu diseksiyonu+omentektomi, 2 hastaya sadece total abdominal histerektomi+bilateral salpingooferektomi ve 3 hastaya ise fertilite koruyucu cerrahi uygulanmıştı. 3 hastada perinöral invazyon (PNI) ve 2 hastada lenfovasküler invazyon (LVI) saptandı. Endometrium histopatolojik değerlendirilmesinde, 6 hasta ile en fazla basit atipisiz hiperplazi saptandı. Toplam yedi hastaya adjuvan tedavi olarak 3 kür [Bleomisin, Etoposid, Sisplatin (BEP)] kemoterapi rejimi verildi. Medyan takip süresi 77.9 ay (4.1-108.5 ay) ve genel sağkalım 77.9 ay (95% CI, 39.6-116.3)idi. Takiplerde hiçbir hastada nüks gelişmedi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Over GHT nadir görülmektedir. Erken evre hastalarda adjuvan tedavi uygulanacak hastaları belirlemek üzere yüksek riskli grubunu saptamak için randomize çok merkezli prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: We aimed to evaluate the clinicopathological characteristics of patients with stage 1 granulosa cell ovarian carcinoma (GCOC).
METHODS: Between July 2006 – December 2015, the clinical and pathological parameters, treatment features and long term follow up outcomes of 15 patients with stage 1 GCOC were evaluated retrospectively.
RESULTS: : Median age was 52 (24-71).According to FIGO staging system, 9 patients had stage 1A disease and 6 patientshad stage IC GCOC. Half of (53.3%) of the patients presented with uterine bleeding (53.3%) and left over (73.3%) was the most common localization. Ten patients had abdominal hysterectomy-bilateral salphingoopherectomy-pelvic paraaortic lymph node dissection-omentectomy and whereas 3 patients had total abdominal hysterectomy-bilateral salphingoopherectomy and 2 patients had fertility sparing surgery as a surgical procedure. 3 patients had perineural invasion, 2 patients had lymphovascular invasion.Histopathological evaluation of endometrium revealed simple hyperplasia without atypia in 6 patients. As adjuvant setting, 7 patients received 3 cycles of chemotherapy [bleomycin +etoposid+ cisplatin (BEP)]. Median follow up was 77.9 months (4.1 max=18.5 month) and median overall survival was 77.9 ay (95% CI, 39.6-116.3). None of the patients relapsed durring follow-up.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Over granulosa cell carcinoma is rare. Randomized prospective clinical trials are needed to find out the high risk group for adjuvant chemotherapy.

4.The effect of surgery and radiotherapy on oncological outcomes in high-risk prostate cancer
Taha Numan Yıkılmaz, Erdem Öztürk, İsmail Selvi, Halil Başar
doi: 10.5505/aot.2017.52714  Pages 17 - 23
GİRİŞ ve AMAÇ: Yüksek riskli prostat kanseri hastalarında en iyi tedavi yaklaşımının ne olduğu, halen tartışmaya açık bir konudur. Önerilen tedavi yaklaşımları; cerrahi (radikal retropubik prostatektomi) veya radyoterapi (RT) + androjen deprivasyon tedavisi (ADT) dir. Çalışmamızda yüksek riskli prostat kanserinde cerrahi ve radyoterapinin onkolojik sonuçlarını karşılaştırdık.

YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2008-Haziran 2015 arasında kliniğimizde yüksek riskli prostat kanseri tanısıyla tedavi edilen 50 hasta retrospektif olarak incelendi. Açık radikal retropubik prostatektomi (RRP) yapılan 20 hasta cerrahi grubuna, RT+ADT tedavisi verilen 30 hasta radyoterapi grubuna dahil edildi. Gruplar tedavi sonrası takipte, biyokimyasal nüks (BKN), biyokimyasal nükssüz sağ kalım (BFSK),kanser spesifik sağ kalım (KSK) ve genel sağ kalım (GSK) açısından incelendi.
BULGULAR: Hastaların ortalama yaşı 65.9 (51- 83 aralığında), ortalama başlangıç PSA seviyeleri 24.2 (1- 94.9 aralığında) ve ortalama takip süresi 50.24 ay (6- 104 aralığında)olarak hesaplandı. Takip süresi cerrahi grupta 55.7 ay, RT grubunda 46.6 ay idi. Hasta yaşı, başlangıç PSA değeri ve klinik evre RT grubunda daha yüksek saptandı ancak anlamlı bir istatistiksel fark bulunmadı. Cerrahi grupta biyopsi ve prostatektomi patolojilerine göre; 4 (% 20) hastada upgrading, 10 (% 50) hastada downstaging gözlendi. Gleason patern 5 gözlenen 4 (% 20) hastanın hepsinde BKN saptandı.Radyoterapi grubunda ise hiçbir hastanın biyopsisinde patern 5 saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Literatürdeki pek çok çalışmaya benzer şekilde, bizim çalışmamızda da yüksek riskli prostat kanserinde RT+ADT uygulanan hastaların RRP uygulananlara göre, daha iyi onkolojik sonuçlar içerdiğini saptadık.
INTRODUCTION: The best treatment approach is still a matter of debate in high-risk prostate cancer patients. Recommended treatment approaches are surgery (radical retropubic prostatectomy) or radiotherapy (RT) + androgendeprivationtherapy (ADT). In our study, we compared the oncological outcomes of surgery and radiotherapy in high-risk prostate cancer.
METHODS: Fifty patients who were treated with high-risk prostate cancer in our clinic were retrospectively studied between January 2008 and June 2015. Twenty patients with open radical retropubic prostatectomy (RRP) were included in the surgical group and 30 patients with RT + ADT therapy were included in the radiotherapy group. Groups were evaluated in terms of biochemical recurrence (BCN), biochemical recurrence-free survival (BFSR), cancer-specific survival (CFS), and overall survival (GFS).
RESULTS: Mean age of the patients was calculated 65.9 (range 51-83), mean baseline PSA levels were 24.2 (range 1-94.9), and mean follow-up was 50.24 months (range 6-84). The follow-up period was 55.7 months in the surgical group and 46.6 months in the RT group. Patient age, initial PSA level and clinical stage were found higher in RT group but no significant statistical difference was found. According to biopsy and prostatectomy pathologies in the surgical group; 4 (20%) patients were upgrading and 10 (50%) patients were downstaging. Four patients (20%) which observed Gleason pattern 5 was detected biochemical recurrence. No pattern 5 was detected in the biopsy of any patient in the radiotherapy group.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Similar to many studies in the literature, we found that patients treated with RT + ADT in high risk prostate cancer had beter oncologic outcomes than those with RRP.

5.Early mammographic screening after breast conserving surgery and radiotherapy: Is it necessary?
Lutfi Doğan, Niyazi Karaman, Mehmet Ali Gülçelik, Hikmet Erhan Güven, Mehmet Akif Üstüner, Giray Akgül, Yavuz Selim Kahraman, Cihangir Özaslan
doi: 10.5505/aot.2017.94940  Pages 24 - 29
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmanın amacı; meme koruyucu cerrahi ve radyoterapi tedavisi sonrasında yapılan ilk mammografik incelemenin daha ileri radyolojik incelemeler ve rekürren tümör tespiti üzerine etkilerini incelemektir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Meme kanseri nedeniyle meme koruyucu cerrahi ve radyoterapi uygulanmış ve ameliyat sonrası 2 yıllık süre içinde en az 1 kez bilateral mammografik görüntüleme yapılmış 278 hasta incelemeye dahil edildi. Radyoterapinin tamamlanmasından sonraki ilk 6 ayda mammografi yapılanlar Grup 1, 6 ay-2 yıl arasında mammografi yapılanlar Grup 2 olarak sınıflandırıldı.
BULGULAR: Grup 1’i oluşturan 197 hastaya ilk mammografik tetkik radyoterapiden ortalama 15 hafta sonra (6-24 hafta) yapılmıştı. Mammografideki anormal/şüpheli bulgular nedeniyle bu gruptaki 38 hastaya (%19.2) ilave meme ultrasonu, 7 hastaya da (%3.5) meme manyetik rezonans görüntüleme yapılırken, 8 hastaya eksizyonel biyopsi uygulandı ve hiçbirinin patolojisi malign değildi. Grup 2’deki hastaların sadece 15’ine (%10.4) ilave ultrason ve sadece 2’sine manyetik rezonans görüntüleme istendi. Grup 2’de sadece 1 hastaya şüphe üzerine biyopsi yapıldı ve sonucu malign olarak rapor edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Meme koruyucu cerrahiyle tedavi edilen hastalarımızın sonuçları, radyoterapinin tamamlanmasını takip eden 6 ay içinde yapılan mammografilerin gereksiz ilave radyolojik tetkikler ve gereksiz biyopsilere neden olduğunu ortaya koymaktadır.
INTRODUCTION: The aim of this study is to reveal the impact of first mammographic screening timing after Breast Conserving Surgery (BCS) and Radiotherapy (RT) on further radiological evaluations, biopsies and recurrent tumor detection.
METHODS: Two hundred and seventy eight patients treated with BCS and RT with at least one bilateral mammography (MG) obtained within two years of postoperative period were evaluated. Patients screened with MG within 6 months of RT completion constituted Group-1 and the rest (6 months to 2 years) were grouped as Group-2.
RESULTS: One hundred and ninety-seven patients in Group-1 were screened with MG in a mean time of 15 weeks (6-24 weeks) after RT has completed. Additionally, 38 patients in this group were further evaluated with ultrasonography (19.2%) and 7 with breast Magnetic Resonance Imaging (MRI) (3.5%) due to abnormal/suspicious findings on MG imaging and 8 of them underwent excisional biopsy proving no malignant disease. Additional ultrasonography scans were needed in 15 patients (10.4%) and MRI (1.3%) for 2 patients in Group-2 and one biopsy was performed, confirming a recurrent tumor.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our study suggests early mammography within 6 months of RT completion may result in unnecessary additional radiological imaging and unnecessary biopsies after breast conserving therapy.

6.Fractioned Stereotactic Radiosurgery in Patients with Paraganglioma
Ayşen Dizman, Ebru Atasever Akkaş, Gökçe Kaan Olcay, Emine Keven
doi: 10.5505/aot.2017.29292  Pages 30 - 35
GİRİŞ ve AMAÇ: Paraganglioma, nadir görülen, ağrısız, yoğun vasküler yapıya sahip tümördür. Paraganglioma için tedavi seçenekleri, cerrahi, konvansiyonel radyoterapi, stereotaktik radyocerrahi ya da bu modalitelerin kombinasyonudur.
Bu çalışmanın amacı, farksiyone stereotaktik radyoterapi ile tedavi edilen paragangliomalı hastaların tedavi sonuçlarını değerlendirmektir

YÖNTEM ve GEREÇLER: Kliniğimizde tedavi edilen, fraksiyone stereotaktik radyoterapi yöntemi ile tedavi edilen dokuz hasta değerlendirildi. İki hasta kadın, diğerleri erkekdi. Uygulanan tedavi dozu median 5 fraksiyonda 25 Gy idi.
BULGULAR: Median takip 65 ay (46-71 ay) dı. Hastaların tümü tedavi sonrası 6 ayda bir manyetik rezonans görüntüleme(MRI) ile değerlendirildi. Lezyonlar 3 hastada stabil iken, 1 hastada tam cevap, diğer beş hastada parsiyel cevap elde edildi. Hastaların hiçbirinde akut toksisite görülmedi. İki hastada ise takiplerde geç toksisite görüldü
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bizim deneyimlerimize göre, paraganglioma tedavisinde, CyberKnife® (Accuray Incorporated, Sunnyvale, CA) ile fraksiyone stereotaktik radyoterapinin, başarılı bir tedavi seçeneği olduğu görülmüştür.
INTRODUCTION: Paraganglioma are rare, indolent and highly vascular tumors. The treatment options for paraganglioma include surgery, conventional external beam radiotherapy (EBRT), stereotactic radio-surgery (SRS) or combination of these modalities. EBRT has been used to treat unresectable tumors and patients with residual or recurrent lesions after surgery
The aim of this study is evaluated the results of treatment in patients with paraganglioma who were treated with fractioned stereotactic radiotherapy

METHODS: Nine patients with paraganglioma, who were treated with fractioned stereotactic radiotherapy, were retrospectively evaluated.Two patient was male, and others were female. The median dose to the tumor was 25 Gy in median 5 fractions
RESULTS: Median follow-up was 65 months (range, 46-71 months). All patients were evaluated with magnetic rezonance imaging, every 6 months. Lesions were stable in 3 patients, and it was observed complete response in 1 patient and partial response in 5 patients. We did not observe any treatment related acute toxicity in our patients. We observed late toxicity in 2 patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: In conclusion, according to our experience, fractioned stereotactic radiotherapy with CyberKnife® (AccurayIncorporated, Sunnyvale, CA) seems to be successful treatment option in the management of paraganglioma.

7.Risk factors for readmission following colorectal cancer surgery
Mustafa Hasbahceci, Ufuk Oğuz İdiz, Merve Büşra Cengiz, Gökhan Çipe, Naim Memmi, Fatma Ümit Malya, Adem Akçakaya, Mahmut Müslümanoğlu
doi: 10.5505/aot.2017.38247  Pages 36 - 42
GİRİŞ ve AMAÇ: Kolorektal kanser cerrahisi sonrası yeniden başvurunun görülme sıklığı ve oluşumu için yüksek riskli hasta gruplarının tanımlanması için gerekli parametreler halen net olarak belirlenmemiştir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma, prospektif bir veri tabanı kullanılarak kolorektal kanser cerrahisi geçirmiş olan hastaların retrospektif analizidir. Taburculuktan sonraki ilk 30 gün içerisinde hastane yatışı gerektiren yeniden başvuru asıl değişken olarak belirlendi.
BULGULAR: Toplam 187 kolorektal kanser cerrahisi geçiren hasta dikkate alındığında, yaş ortalaması 59,9±13,5 yıl olan 17 hasta (%9%), taburculuk sonrası ortalama 11,6±8,2 gün sonra yeniden hastaneye yatırıldı. Yeniden başvurunun en sık rastlanılan etyolojik sebepleri arasıında enfektif komplikasyonlar (n=5), eviserasyon (n=3), anastomoz problemleri (n=3) ve intraabdominal kanama/asit gelişimi (n=3) yer almaktaydı. Yeniden başvuru ile erkek cinsiyet (p=0.033), açık cerrahiye dönüş (p=0.009), ilk yatış esnasında herhangi bir komplikasyon gelişimi (p=0.025), herhangi bir eş zamanlı çoklu organ rezeksiyon gerekliliği (p=0.048) ve T evresi (p=0.046) arasında anlamlı ilişki olduğu gösterildi. Lojistik regresyon analizi, bu faktörler arasından erkek cinsiyet (p=0.041) ve herhangi bir eş zamanlı çoklu organ rezeksiyon gerekliliğinin (p=0.045) yeniden başvuru gelişimi ile anlamlı bir şekilde ilişkili olduğunu gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Her ne kadar erkek cinsiyet ve herhangi bir eş zamanlı çoklu organ rezeksiyon gerekliliğinin yeniden başvuru gelişimi ile anlamlı bir şekilde ilişkili olduğu gösterilmekle birlikte, kişisel risk faktörlerinin belirlenmesi için ileri çalışmalara ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: Incidence of re-admission after colorectal cancer surgery and the parameters to define high-risk patients for its occurrence remain to be clarified.
METHODS: This study was a retrospective analysis of patients with colorectal cancer surgery using a prospective database. Readmission necessitating hospitalization within the first 30 days following discharge was regarded as major outcome.
RESULTS: Considering a total of 187 colorectal cancer patients, 17 (9%) with a mean age of 59.9±13.5 years were re-hospitalized after a mean of 11.6±8.2 days following discharge. Infective complications (n=5), evisceration (n=3), anastomotic problems (n=3) and intraabdominal hematoma/ascites (n=3) were the most commonly encountered surgical etiologies for readmission. There was a close relationship between readmission and male sex (p=0.033), conversion to open surgery (p=0.009), development of any type of complication during index admission (p=0.025), need for concurrent multi-organ resections of any type (p=0.048) and T stage (p=0.046). Logistic regression analysis showed that male sex (p=0.041) and need for concurrent multi-organ resections of any type (p=0.045) were significantly related with development of readmission.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Although male sex and need for concurrent multi-organ resections were shown to be related with development of readmission, more research is needed to individualize risk factors.

8.Radioguided Occult Lesion Localization in Patients With Locally Recurrent Papillary Thyroid Carcinoma: How We Do It?
Mehmet Ali Gülçelik, Lütfi Doğan, Ilgın Şahiner, Niyazi Karaman, Gökhan Giray Akgül, Yavuz Selim Kahraman, Gülin Uçmak Vural
doi: 10.5505/aot.2017.96967  Pages 43 - 49
GİRİŞ ve AMAÇ: Papiller tiroid kanseri (PTK) tiroid bezinin en sık karşılaşılan kanseridir. Primer tedavi sonrası lateral boyunda %50’nin üzerinde, santral bölgede ise %25’in üzerinde bölgesel rekürrens ile karşılaşılır. Bu yazıda, preoperatif ultrason haritalama (PUH) ve Radioguided Occult Lesion Localization (ROLL) yöntemini kombine kullandığımız PTK rekürrensi nedeniyle reopere olmuş hastalardaki deneyimimizi sunmak amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Daha önce PTK ve lokal bölgesel metastaz nedeni ile total tiroidektomi (TT) ve santral/lateral boyun diseksiyonu uygulanmış 8 hasta lokal bölgesel rekürrens nedeni ile reopere edildiler. Nükslerin araştırılmasında yüksek çözünürlüklü ultrasonografi, ince iğne aspirasyon sitolojisi ve kan Tg düzeyleri kullanıldı. Nüksleri ispatlanmış ve sitopatolojik incelemede yüksek Tg seviyeleri saptanan olgular opere edildiler. Her hastanın yaşı, cinsiyeti, primer tümör boyutu, ilk ameliyatın şekli, adjuvan tedavileri, nükse kadar geçen süresi, ameliyatın yeri ve süresi, işaretli ve işaretsiz lezyonların sayısı ve haritada işaretli/ işaretsiz lezyonlardaki ve haritada bahsedilmeyen lezyonlardaki metastatik ve çıkarılan lezyonların sayısı kaydedildi.
BULGULAR: Lokalizasyon çalışması sonrası çıkarılan 20 lezyondan 16’sının malign olduğu görüldü. Haritalama sırasında işaretli lezyonlar dışında 36 ek lezyon da şüpheli olarak tanımlanmıştı. Bu lezyonların 34’ü tanımlanan anatomik yerleşimlerinde ve bölgelerde bulunarak çıkarıldı. İki lezyon ise haritalamada tanımlanan alanlarda bulunamadı. Bu 34 lezyondan 27’sinin malign olduğu gösterildi. Postoperatif takiplerde, bir hastada 7 günde kendiliğinden gerileyen şilöz kaçak ve seroma gelişti.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Santral ve boyun bölgesine reoperasyon planlanan PTK li hastalarda ROLL ve preoperatif haritalama tekniğinin ameliyat güvenliği ve konforuna katkı sağlar.
INTRODUCTION: Papillary thyroid carcinoma (PTC) is the most-frequent type of thyroid cancer. Following primary treatment, regional metastasis in the cervical region can be seen in more than 50 percent of cases and in the central region in more than 25 percent of cases. Our aim is to present our experiences with patients operated on for the recurrence of papillary thyroid cancer with the combined use of pre-operative ultrasonographic mapping and radio-guided occult lesion localisation.
METHODS: Eight patients who had already undergone total thyroidectomy and central/lateral neck dissection for papillary thyroid carcinoma were re-operated on due to locoregional metastasis. High-resolution ultrasonography, fine needle aspiration cytology and blood Tg levels were used to search for recurrences. The patients with proven recurrences and high Tg wash-out levels in cytopathologic aspirates were operated on. For each patient, age, gender, size of the primary tumor, type of previous surgery, adjuvant treatments, time to recurrence, site and duration of surgery, numbers of marked and non-marked lesions, and the metastatic and total numbers of marked/non-marked and non-mentioned lesions in the maps were recorded.
RESULTS: Sixteen lesions of 20 lesions removed after localisation were found to be malignant. In addition to the marked lesions during mapping, 36 additional lesions had been defined as suspicious. Thirty-four of these lesions were found at exact anatomic sites and localisations described and removed. Two lesions could not be found at areas described during mapping. Of 34 lesions, 27 were found to be metastatic. During the postoperative follow-up, chylous leak with spontaneous regression in 7 days and seroma occurred in one patient.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Radio-guided occult lesion localisation and pre-operative mapping contribute to the safety and comfort of patients in planned re-operations on lateral and central neck regions.

9.Reproducibility of Diagnosis of ASC-US, Reflection of Diagnostic Criteria to Cervical Histopathological Results and Investigation of p16 Antibodies in Cervical Biopsies
Zehra Edebal, Egemen Akıncıoğlu, Mine Kiseli, Handan Doğan, Aslı Yarcı Gürsoy, Ömür Ataoğlu
doi: 10.5505/aot.2017.47450  Pages 50 - 55
GİRİŞ ve AMAÇ: Önemi belirlenemeyen atipik skuamöz hücreler (ASC-US) tanısı koyduğumuz Papanicolau (PAP) smear örneklerinin, tekrar üretilebilirliği, Bethesda tanı kriterlerinden hangilerini karşıladığı ve tanı kriterlerinin servikal histopatolojiye yansımasını araştırmayı planladık. Ayrıca Pap smear sonucu ASC-US olan hastaların servikal biyopsi örneklerinde p16 antikor varlığı araştırıldı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bölümümüzde 2006-2013 yılları arasında ASC-US tanısı konulan hastalardan servikal histopatolojik incelemesi yapılmış olan 33 hastayı çalışmamıza dahil ettik. Tüm Pap smear örnekleri iki patolog tarafından, aynı anda tekrar değerlendirildi. Her örneğin 2001 Bethesda ASC-US tanı kriterlerinden hangilerini karşıladığı ayrı ayrı belirlendi. Her biyopsi örneği p16 antikoru ile boyandı.
BULGULAR: Bölümümüzde Pap smear sonucu ASC-US olan raporların tekrar üretilebilirlik oranı %88 olarak bulundu. Bethesda’nın 4 tanı kriterinden herhangi biri için, CIN 1 ve malignite yönünden negatif vakalarda görülme sıklıkları bakımından anlamlı bir farklılığa rastlanamadı (p>0,05). Tüm ASC-US vakalarında örnek başına pozitif tanı kriteri sayısı ortalaması ise 2,7±0,9’dur. Malignite yönünden negatif olarak raporlanmış ve CIN olarak raporlanmış vakalarda ortalama kaç kriterin bir arada pozitif olduğu incelendi, istatistiksel olarak anlamlı bir farklılık olmadığı görüldü. ASC-US tanısı konulan vakaların histopatolojik örneklerinde p16 boyanma oranı %18 olarak bulundu. Çalışmamızda p16 immünohistokimyasal boyamanın CIN tanısı koymada duyarlılığı %46, özgüllüğü ise %100’dür.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Pap smear incelemelerinde Bethesda sistemi kullanılarak ASC-US tanısı konulan vakalarımızın %39’unda altta yatan bir servikal intraepitelyal neoplazi bulunduğu saptanmıştır. Bethesda ASC-US tanı kriterlerinden hiçbiri olası neoplastik değişiklikleri öngörmede tek başına diğer kriterlerden üstün değildir. ASC-US tanısı konulurken Bethesda tanı kriterlerinin her birinin varlığı ayrı ayrı araştırılmalı ve en az 2, tercihen 3 kriterin pozitif olması tercih edilmelidir. p16 antikorunun yalancı pozitiflik oranının oldukça düşük olduğu, bu sayede neoplazi potansiyeli taşıyan vakaların belirlenmesinin kolaylaştığı görülmüştür. İlerleyen yıllarda p16 boyanmasının sitopatolojiyle birlikte kullanılabilecek önemli bir tanısal araç haline geleceği düşünülmektedir.
INTRODUCTION: We aimed to investigate reproducibility of diagnosis, presence of Bethesda criteria and their reflection to histopathology in Papanicolau (PAP) smears with atypical squamous cells of undetermined significance (ASC-US). We also searched for p16 antibody positivity in cervical biopsy specimens of the patients with diagnosis of ASC-US.
METHODS: 33 patients who had undergone cervicopathologic evaluation were chosen from patients given ASC-US diagnosis in our department between 2006 and 2013 for this study. All the Pap smear specimens were re-evaluated simultaneously by two pathologists. The specimens were evaluated for positivity of each Bethesda ASC-US diagnostic criteria separately. The biopsy specimens were stained with p16 antibody.
RESULTS: The reproducibility rate of cytology reports for Pap smear specimens diagnosed as ASC-US was found 88%. Neither of the Bethesda diagnostic criteria showed significant precedence over each other for frequency of presence in cervical intraepithelial neoplasia (CIN) 1 and non-malignant cases (P>0.05). Mean number of positive diagnostic criteria was 2.7±0.9 when ASC-US cases were considered altogether. There was no statistically significant difference between CIN cases and non-malignant cases for average number of positive diagnostic criteria. Histopathology specimens of these cases had an 18% of staining rate for p16 antibody. It was found that immunohistochemical staining had a 46% of sensitivity and 100% specificity for diagnosing CIN.
DISCUSSION AND CONCLUSION: An underlying cervical intraepithelial neoplasia was determined in 39% of cases diagnosed as ASC-US using Bethesda diagnostic criteria. Neither of the Bethesda diagnostic criteria exhibited superiority alone in foreseeing probable neoplastic changes. Presence of each Bethesda diagnostic criteria should be analyzed independently and existence of at least two, favorably three criteria should be preferred for diagnosing ASC-US. p16 antibody showed low false positive rate, thus distinguishing the cases with a potential of neoplastic formation became rather easy. p16 staining will become an important diagnostic instrument when used concomitant with cytopathology.

10.Analysis of tumor-like lesions in Orthopedics
Alper Çıraklı, Hasan Göçer, Nevzat Dabak
doi: 10.5505/aot.2017.85856  Pages 56 - 59
GİRİŞ ve AMAÇ: Kliniğimizde tümör ön tanısı ile incelenen ve patolojik inceleme sonucu tümör benzeri lezyon saptanan olguların değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 1987-Ocak 2012 yılları arasında kemik ve yumuşak doku tümörü ön tanısı ile ileri inceleme yapılan 349 olgu retrospektif olarak incelendi. Olgular yaş, cinsiyet, lokalizasyon, patolojik tanı ve özellikleri açısından değerlendirildi. Elde edilen veriler SPSS 15.0 sistemine aktarılarak analiz edildi. Verilerin normal dağılıma uyup uymadığı Shapiro-Wilk testi ile değerlendirildi.
BULGULAR: 349 olgunun 175’i (%50.1) erkek, 174’ü (%49.9) kadın ve yaş ortalaması 35.3 idi. Lezyonların 101’i (%28.9) femur ve uylukta, 56’sı (%16) tibia, fibula ve baldırda lokalize idi. Lezyonların incelenmesi sonucunda 79’unun (%22.6) normal doku olduğu, 74’ünün (%21.2) iltihabi olay, 63’ünün (%18.1) ise osteomiyelit olduğu görüldü. Verilerimiz tümör ile en çok enfeksiyon ve normal doku reaksiyonunun karıştığını gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kemik ve yumuşak doku tümörünü şüphelendiren kliniğe ve özelliklere sahip olan her olgu aksi ispat edilene kadar tümör kabul edilerek bu yönde ileri tetkik ve tedavisi düzenlenmelidir. Bu yaklaşım morbidite ve mortaliteye sebep olan tümörün erken tanı ve tedavisine olanak sağlayacaktır.
INTRODUCTION: The purpose of this study was to assess the cases that were examined with a prediagnosis of tumor but were found to have tumor-like lesions as a result of pathological examination.
METHODS: 349 cases that had undergone advanced examination with a prediagnosis of bone and soft tissue tumor and had been found not to have tumor between January 1987 and January 2012 were examined retrospectively. The cases were assessed in terms of age, gender, localization, pathological diagnosis and features. The data were analyzed by SPSS 15.0. Shapiro-Wilk test was used to find out whether the data were distributed normally.
RESULTS: 175 (50.1%) of 349 cases were men, while 174 (49.9%) were women and the average age was 35.3. 101 (28.9%) of the lesions were localized in the femur and thigh while 56 (16%) were localized in tibia, fibula and calf. Results of the examinations of lesions showed that 79 (22.6%) were normal tissue, 74 (21.2%) were inflammatory and 63 (18.1%) were osteomyelitis. Our data showed that infections and normal tissue reaction were most commonly mistaken for tumor.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Each case with the clinic and features which bring to mind bone and soft tissue tumor should be accepted as tumor unless otherwise proven and advanced examination and treatment should be organized accordingly. This approach will allow the early diagnosis and treatment of tumor which causes morbidity and mortality.

CASE REPORT
11.A case report of radical prostatectomy in large prostate volume
Taha Numan Yıkılmaz, Eşref Oğuz Güven, Erdem Öztürk, Halil Başar
doi: 10.5505/aot.2017.15870  Pages 60 - 62
Radikal prostatektomi uygulanan olgularda prostat volümünün onkolojik ve fonksiyonel sonuçlara etkisi bulunmaktadır. Büyük volümlü prostata sahip olgular da radikal prostatektominin zorlukları mevcuttur. Bu olgu sunumunda büyük prostatlı hastaya radikal prostatektomi yapılmış ve fonksiyonel ve onkolojik sonuçlara volümün etkisi araştırılmıştır.
Prostate volume has an impact on oncologic and functional outcomes in patients who underwent radical prostatectomy. There are the challenges of radical prostatectomy in patients with large-volume prostate. In this report radical prostatectomy was underwent in patients with large prostates and volume effects were investigated in functional and oncologic results.

12.Magnetic Resonance Imaging findings of idipathic intracranial hypertension in a lymphoma patient
Burcu Şahin, Elif Aktaş, Ali Hakan Kaya, Bilgin Kadri Arıbaş
doi: 10.5505/aot.2017.19480  Pages 63 - 65
İntrakranial hipertansiyonla komplike olan lenfoma tanılı 41 yaşındaki kadın hastanın MR bulgularını sunuyoruz. Bizim olgumuzda baş ağrısı ve görme bulanıklığı olması üzerine yapılan göz muayenesinde papil ödemle birlikte normal görme keskinliği saptanmıştır. Kranial ve orbita MRG sinde empty sella, optik sinirde tortiozite, skleral düzleşme, optik disk düzeylerinde protrüzyon, optik sinir etrafında artmış BOS izlenmiştir. MR venografisinde sağ sigmoid sinüste fokal bir alanda sinyal kaybı izlenmiş olup tromboza ait olabileceği düşünülmüştür. Olgumuzun MR bulguları eşliğinde intrakranial hipertansiyonun MR bulgularını sunmayı amaçladık.
We herein report MR findings in a case of lymphoma complicated with intracranial hypertension in a 41 year old woman. Our patient presented with headache and blurred vision. Ophthalmic examination revealed normal visual acuity (20/20) in both eyes with papilledema. We saw empty sella, optic nerve tortuosity, scleral flattening, optic nerve head protrusion, increased perioptic cerebrospinal fluid on brain and orbit magnetic resonance imaging. Magnetic resonance venography of the brain showed lack of flow in the right sigmoid dural sinuses suggestive of venous thrombosis. We aim to present intracranial hypertension MR features with our patient's MRI findings.

13.Endometrial Cancer in Bicornuate Uterus: Case Report
Osman Türkmen, Oben Esra Tutar, Günsu Kimyon, Mehmet Çelik, Alper Karalök, Heyecan Ökten, Taner Turan, Gökhan Tulunay
doi: 10.5505/aot.2017.30074  Pages 66 - 68
Bikornuat uterusta ortaya çıkan endometrial karsinom nadiren rapor edilmiştir. Sunulan olgu 75 yaşında postmenapozal yakınması olan hastada tanımlanmıştır. Daha önce sunulanlardan farkı bikornuat uterusun bir taraftaki boynuzunda endometrial karsinom, diğer taraftaki boynuzunda endometrial polip belirlenmesidir ve bunların her ikisi de postmenapozal kanama nedenidir.
Endometrial carcinomas arising in a bicornuate uterus has been very rarely reported before. Our case report has been identified in 75-year-old patient with postmenopausal bleeding. Unlike previously reported cases, our case showed endometrial carcinoma in one horn and endometrial polyp in the other horn of bicornuate uterus, both of which are among the causes of postmenopausal bleeding.

14.Abdominal wall metastasis (recurrence) in uterine cervix carcinoma: Report of 2 cases
Ayşegül Öksüzoğlu, Sevim Turanlı, Aylin Kalınbaçoğlu, Nilüfer Çetinkaya, Özlem Yörük, Ali Levent Şirvan, Tayfun Güngör
doi: 10.5505/aot.2017.32932  Pages 69 - 72
Serviks kanseri dünyada kadınlarda en sık görülen dördüncü kanser türüdür. Hastaların %30'unda ilk 2 yıl içinde rekürrens saptanır. En sık görülen rekürrens yerleri parametrium, pelvik lenf nodları ve vajinadır. Uzak organ metastazları en sık karaciğer, akciğer ve kemik dokuda görülür. Yumuşak doku, iskelet kası ve abdominal duvarda metastatik tutulum son derece nadirdir. Abdominal duvarda dren yeri ve insizyon yerinde, laparaskopi sonrası port giriş yerlerinde tümör tutulumları bildirilmiştir. Biz nadir görülmesi nedeniyle iki vakada skuamöz hücreli serviks kanserinin abdominal duvarda metastatik tutulumunu rapor ettik.
Cervix carcinoma is the fourth most common cancer in women in the world. In 30 % of patients recurrence occurs in the first 2 years. It is mostly recurs in parametrium, pelvic lymph nodes and vagina respectively. It metastasizes most frequently to liver, lung and bones. Metastasis to soft tissue, skeletal muscle or abdominal wall is too rare. In the literature, it has been reported tumor involvement of the entrance of drainage catheter or abdominal wall incision or entrance of ports after laparoscopy. We have reported here 2 cases of abdominal wall metastasis of squamous cell cervix carcinoma since it was seen rarely.

15.Glomus Tumor of the Buccal Mucosa
Caner Kılıç, Pınar Atabey, Samet Özlügedik, Ümit Tunçel, Nazan Bozdoğan
doi: 10.5505/aot.2017.66588  Pages 73 - 75
Glomus tümörü, glomus cisminin arteryal segmentinden kaynaklı vasküler bir tümördür. Oral kavite ve bukkal mukozada nadiren görülen bu oluşum benign ve malign mukozalar lezyonlarla karışabilmektedir. Bukkal mukozada beyaz renkli, ağrılı lezyon ile tarafımıza başvuran 54 yaşında erkek hastadan alınan biopsi glomus tümörü olarak raporlandı. Tedavide total kitle eksizyonu bacak cildinden alınan kısmı kalınlıkta cilt grefti ile rekonstrükte edildi. Bir yılık takibinde nüks izlenmedi. Bu lokalizasyonda nadiren görülen glomus tümörü literatür eşliğinde sunuldu.
Glomus tumor is a vascular tumor originating from the arterial segment of the glomus body. This formation is rarely seen in the oral cavity and buccal mucosa and can be mixed with benign and malignant mucosal lesions. Histopathological evaluation of the biopsy taken from a 54 year-old patient who presented with a painful white lesion in the buccal mucosa was reported to be a glomus tumor. For treatment of this tumor, total mass excision was performed and reconstruction was performed with a split-thickness skin graft obtained from the skin of the lower extremity. No recurrence was observed during one year of follow-up. A glomus tumor rarely seen in this localization is presented here in light of literature findings.

16.ATYPICAL PRESENTATION IN LANGERHANS CELL HISTIOCYTOSIS: Hearing Loss, Diabetes Insipidus, & Extensive Cutaneous Lesions with Nail Distrophy
Cemil Hocazade, Mutlu Doğan, Ahu Yorulmaz, Servet Güreşçi, Deniz Cılız, Elvan Evrim Tuna, Nurullah Zengin
doi: 10.5505/aot.2017.70299  Pages 76 - 80
Langerhans hücreli histiositoz (LCH) CD-1a boyanması gösteren klonal proliferatif lenfohistiositik bir hastalıktır. Hastalık unifokal veya multifokal tek bir sitemi veya birçok sitemi tutacak şekilde geniş bir klinik seyir gösterebilir. Tutulan alana göre diabetes insipitus, işitme kaybı veya tırnak değişiklikleri oluşabilir. Burada atipik presentasyon gösteren iki vakayı litaretür derlemesi ile beraber sunduk.
Langerhans cell histiocytosis (LCH) is a clonal proliferative lymphohistiocytic disorder with mainly CD-1a positive staining. It has a wide spectrum of unifocal or multifocal mono or multisystemic disease. Rare symptoms like diabetes insipidus, hearing loss or nail distrophy might also occur according to the involved sites. In here, two cases of LCH with atypical presentation are reported with review of the literature.

17.Neuroendocrine tumor of the rectum detected incidentally: A case report
Orhan Üreyen, Enver İlhan, Uğur Gökçelli, Enver Vardar
doi: 10.5505/aot.2017.13007  Pages 81 - 84
Nöroendokrin Tümörler (NET) kromaffin benzeri hücrelerden köken alır. Nadiren görülürler, vücudun herhangi bir yerini tutabilirler. Görüldükleri bölgeye ve organa göre farklı klinik ile ortaya çıkarlar. Çoğunlukla benign seyirlidirler ancak agresif de seyredebilirler. Rektal NET ler %90 oranında asemptomatik olup insidental olarak kolonoskopi esnasında saptanırlar. Burada Fournier Gangreni nedeniyle ostomi açılan ve ostomisinin kapatılması öncesinde rutin uyguladığımız kolonoskopi esnasında rektumda saptanan nöroendokrin tümör (NET G1) olgusunu sunduk.
Neuroendocrine tumors (NET) are originated from chromaffin-like cells. They are rarely seen anywhere in the body and they occur with many different clinical situations by regions and organs where they appear. They are mostly benign but they can be aggressive. Rectal NETs are asymptomatic 90% and they are detected incidentally during colonoscopy. We presented a case that was opened ostomy for fournier’s gangrene and diagnosed NET during routine colonoscopy, before the closing ostomy.

18.Unexpected enlargement of cardiac rhabdomyoma after spontaneous regression has begun in a newborn: A case report
İrfan Oğuz Şahin, Meriç Kaymak Cihan, Fatih Bolat, Hazım Alper Gürsu, Mehmet Atalar, Esra Muslu Sayar
doi: 10.5505/aot.2017.08860  Pages 85 - 88
Kardiyak rabdomiyom (KRM) çocuklarda primer kardiyak tümörlerin en yaygın tipidir. Prognoz genellikle iyidir ve kendiliğinden gerileyip kaybolması neredeyse KRM doğası gereği olması beklenen bir sonuçtur. Bu yazıda doğum öncesi tespit edilen büyük KRM olan bir yenidoğan sunulmuştur. Takipte KRM'in doğuma kadar büyüdüğü ve doğumdan sonra beklendiği üzere kendiliğinden küçüldüğü görülmüştür. Yedinci günde KRM'in tekrar büyüdüğü ve mitral kapak üzerine yerleşik yeni bir KRM'in de eklenmesi ile önemli subaortik darlığa yol açtığı görülmüştür. Cerrahi girişim teknik zorluklar nedeniyle planlanmamış ve everolimus başlanmıştır. Olgu yaşamının 12. gününde kaybedilmiştir. Sonuç olarak, tam mekanizma anlaşılmadığı sürece, kendiliğinden gerileme KRM'ler için doğal bir sonuç olarak beklenmemeli ve KRM olan bütün yenidoğanlar kendiliğinden küçülme başlamış olsalar da muhtemel büyüme yönünden dikkatle takip edilmelidirler.
Cardiac rhabdomyoma (CRHM) is the most common type of primary cardiac tumors in children. The prognosis is generally favourable and spontaneous regression is almost accepted as natural history for CRHM. This report presents a newborn with large CRHM that was diagnosed prenatally. In the follow up, CRHM was enlarged until birth and spontaneously regressed after birth as expected. At the 7th day, CRHM was enlarged again and formed moderate subaortic stenosis with addition of a new CRHM located on the mitral valve. Surgical intervention was not planned for technical difficulties and everolimus was started. The patient was exitus at the 12th day of his life. In conclusion, until the exact mechanism is not understood, regression must not be accepted as natural history of CRHM and all of the newborns with CRHM including those that spontaneous regression begun must be followed carefully for possible enlargement.

19.A Rare Case: Signet-Ring Cell Adenocarcinoma of the Bladder
Eşref Oğuz Güven, Erman Damar, Erdem Öztürk, Taha Numan Yıkılmaz, Halil Başar
doi: 10.5505/aot.2017.99608  Pages 89 - 91
Mesane adenokarsinomları genellikle metastatik orijinlidirler. Primer mesane adenokarsinomları çok nadir görülürler. Prognozları kötüdür. Tanı anında çoğunlukla kasa invaze olmuş durumdadırlar. Radyoterapinin etkili olmadığı bu tümörlerde, kemoterapi deneyimi ise azdır. Erken evrede tespit edilen primer mesane adenokarsinomlarında, en iyi tedavi seçeneği halen radikal sistektomidir.
Adenocarcinomas of the bladder are mostly metastatic in origin. Primary adenocarcinomas are very rare bladder tumours. During diagnosis they are usually muscle invasive. Their prognosis are poor. Radiotherapy has little effect if any, at this tumour, Experience for chemotherapy is sparse. Currently, the best treatment choice for localised primary bladder adenocarcinoma is radical cystectomy.

LETTER TO THE EDITOR
20.Bleomycin Induced Organized Pnömonia in Synchronus Bilateral Seminoma
Ferit Aslan, Ömür Berna Öksüzoğlu
doi: 10.5505/aot.2017.54376  Pages 92 - 93
Abstract |Full Text PDF

LookUs & Online Makale