ISSN 0304-596X | E-ISSN: 2148-7669
Acta Oncologica Turcica - Acta Oncol Tur.: 48 (3)
Volume: 48  Issue: 3 - 2015
ORIGINAL ARTICLE
1.Extremity localized intramuscular hemangiomas, follow up or surgery?
İsmail Burak Atalay, Yaman Karakoç, Selçuk Yılmaz, Murat Arıkan, Emre Özanlağan
doi: 10.5505/aot.2015.84755  Pages 97 - 101
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada ekstremite yerleşimli intramusküler hemanjiom tanılı, takip ve tedavisi yapılmış 44 hastanın retrospektif analizi incelenmiştir
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastaların 25’i kadın, 19’u erkek idi. Hemanjiomların 22’si uylukta, 8’i bacakta, 6’sı önkolda, 4’ü dirsekde, 2’si üst kolda, biri omuzda ve biri popliteal bölgede idi. Malignite şüphesi olan 10 hastaya tru-cut biyopsi yapıldı. Diğer hastalara klinik ve radyolojik olarak tanı konuldu. Hastaların 32’si izleme alınırken, 12’sine cerrahi eksizyon uygulandı.
BULGULAR: Hiçbir hastada ameliyat içi komplikasyon olmadı. Cerrahi gruptaki 3 hastaya embolizasyon uygulandı. Postoperatif takiplerde 1 hastada enfeksiyon, 2 hastada nüks saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Semptomatik ekstremite yerleşimli intramusküler hemanjiomlarda kitlede progresyon olması, ekstremite fonksiyon bozukluğu olması, malignite şüphesi ve giderilemeyen ağrı durumları dışında, izlemin güncel tedavi yöntemi olduğunu düşünmekteyiz.
INTRODUCTION: In this study, we evaluated the retrospective analysis of 44 patients with the diagnosis of extremity located intramuscular hemangiomas
METHODS: Twenty five of the patients were female, and nineteen male. Twenty two of the hemagiomas were in thigh,8 were in cruris, 6 were in forearm,4 in elbow,2 in arm,one in shoulder, one in popliteal area. Ten patients who had malignancy potential, were maken tru-cut biyopsy. The other patients were diagnosed with clinical and radiological signs. Thirty two patients were followed up. 12 were treated surgery total excision.
RESULTS: No intraoperastive complications were recorded. Three patients were treated with embolization, one of the patient was recorded local infection, two were recorded recurrens
DISCUSSION AND CONCLUSION: The current treatment of the symptomatic extremity located intramuscular hemangiomas is conservative follow up, if the patients has not progressive mass, extremity dysfunction, malignancy suspicion and intarctable pain.

2.How effective is beta glucan test in early diagnosis of invasive fungal infection in patient with hematologic malignancy?
Mehmet Kürşat Keskin, Fahir Özkalemkaş, Nizameddin Koca, Vildan Özkocaman, Beyza Ener, Rıdvan Ali, Tülay Özçelik, Hakan Yorulmaz, Ahmet Tunalı
doi: 10.5505/aot.2015.49091  Pages 102 - 107
GİRİŞ ve AMAÇ: İnvaziv fungal enfeksiyonlar (IFE) sıklıkla immün süpresif hastalarda görülmektedir. Antifungal tedavi başarısı için erken tanı anahtar öneme sahiptir. Betaglucan (BG) testi mucormikoz ve kriptokoklar dışında birçok mantar patojeni tespit edebilir. Bu çalışmada betaglucan düzeyinin hematolojik kanserli ve IFE’li hastalarda tanısal bir araç olarak değerlendirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Indüksiyon veya konsolidasyon tedavisi alan, klinik ve radyolojik IFE bulguları olmayan 14 günden uzun süreli nötropeni beklentisi olan 46 hasta çalışmaya dahil edildi. Hastanede yattıkları süre içerisinde haftada 2 defa kan galaktmannan (GM) ve BG düzeyleri ölçüldü. Sensitivite, spesifite ve öngörğlen değerlerin yorumlanması için Metod A (kanıtlanmış + muhtemel grup vs non-IFE) ve Metod B (kanıtlanmış + muhtemel +olası grup vs non-IFE ) değişkenleri tanımlandı.
BULGULAR: Metod A’da; BG testinin sensitivitesi, spesifitesi, pozitif öngörülen değer (PÖD), Negatif öngörülen değer (NÖD) sırasıyla %68.75, %84.1, %52.4, %91.4 olarak tespit edildi. Metod B’de; BG testinin sensitivitesi, spesifitesi, PÖD, NÖD sırasıyla %60, %88.9, %71.4, %82.8 olarak tespit edildi.
Hiçbir hastada ameliyat içi istenmeyen durum olmadı. Cerrahi gruptaki 3 hastaya embolizasyon uygulandı. Postoperatif takiplerde 1 hastada enfeksiyon, 2 hastada nüks saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bizim verilerimiz ve mevcut literature dayanarak BG ve GM’nin IFE tanısına katkı sağlayan non-invaziv test olduğu sonucuna vardık.
INTRODUCTION: Invasive fungal infections (IFI) are commonly seen in immunosuppressive patients. Early diagnosis is key to optimizing antifungal treatment success. Betaglucan (BG) assay can detect most of the fungal pathogens except mucormycosis and Cryptococcus. In this study we aimed to evaluate the value of BG as a diagnostic tool in patients with hematological malignancy and IFI.
METHODS: Forty-six hematological malignancy patients under induction and consolidation chemotherapy that expected to have neutropenia for more than 14 days with no clinical and radiological signs of IFI are included in this study. Blood Galactomannan (GM) and BG levels were measured 2 times in a week during the hospitalization period. Method A (proven + probable groups vs non IFI) and Method B (proven + probable + possible groups vs. non IFI) variables were determined to assess the sensitivity, specifity and predictive values.
RESULTS: In method A; BG test’s sensitivity, specifity, positive predictive value (PPV), negative predictive value (NPV) was determined as 68.75%, 84.1%, 52.4%, 91.4% respectively. In method B (proven + probable + possible groups vs. non IFI) BG test sensitivity, specifity, PPV, NPV was determined as 60%, 88.9%, 71.4%, and 82.8% respectively.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Depending on our data and present literature; we conclude that BG and GM is a non-invasive contributory test for the diagnosis of IFI The current treatment of the symptomatic extremity

3.Early Surgical Results of Patients With Pertrochanteric Fractures Treated With Proximal Femoral Locked Plates
Sezgin Semis, İsmail Burak Atalay, Selçuk Yılmaz, Murat Arıkan, Emre Özanlağan
doi: 10.5505/aot.2015.21939  Pages 108 - 113
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmamızda amacımız; proksimal femoral kilitli kompresyon plağı ile tedavi ettiğimiz, pertrokanterik kırığı olan 48 hastanın, erken dönem radyografik ve klinik sonuçları ile tedavi yönteminin stabil olmayan kırıklarda da avantajlarını ortaya koymaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastaların 28’i kadın, 20’si erkek idi. Hastaların 8 inde subtorkanterik kırık, 40 hastada intertrokanterik kırık mevcuttu. Hastalarımızın hastaneye başvuru anından sonra ameliyat olma süreleri ortalama 2,2 gün olarak belirlendi. Hastaların tamamına proksimal femoral kilitli kompresyon plağı ile stabilizasyon yapıldı.
BULGULAR: Hastaların ortalama takip süresi 11,8 ay olarak belirlendi. 48 hastanın 1’inde derin ve 2’sinde yüzeyel olmak üzere 3 (%6) hastada enfeksiyon gelişti. 48 hastanın 43’ünde (%89) kaynama sağlandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda, pertrokanterik femur kırıklarının tedavisinde proksimal femoral kilitli kompresyon plağının kullanılması ile post operatif morbiditenin daha düşük, kaynama süresinin ise daha kısa olduğunu bulduk.
INTRODUCTION: The aim of this study is to analyze the early radiologic and clinical results of 48 patients with pertrochanteric fractures treated with proximal femoral locked plates and the advantage of this treatment method in non stable fracture patterns
METHODS: 28 female and 20 male patients were analyzed. Subtrochanteric fractures in 8 and intertrochanteric fractures in 40 patients were recorded. The mean period for operation after admission to hospital is 2.2 days. Proximal femoral locked plate was used for reconstruction in all patients.
RESULTS: Patients were followed up for a mean period of 11.8 months. 1 deep and 2 superficial infections were recorded. Bony union was examined in 43 of 48 patients (89%).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In this study, we analyzed that, proximal femoral locked plate is a good surgical option for pertrochanteric fractures as it provides low morbidity rates and shorter union time.

4.Our histological results of the eyelids and conjunctiva tumour
Sadık Görkem Çevik, Ersin Yücel, Mediha Çevik, Nazmi Mutlu
doi: 10.5505/aot.2015.43265  Pages 114 - 117
GİRİŞ ve AMAÇ: Göz kapağı ve konjoktivadan yapılan kitle eksizyonlarının histopatolojik sonuçlarını gözden geçirmeyi amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Ocak 2012- Ocak 2015 arası göz kapağı ve konjoktivadan kitle eksizyonu yapılan 81 hastanın yaşı,cinsiyeti, kitle eksizyon yeri, histopatolojik sonuçları gözden geçirildi.
BULGULAR: Otuzyedisi (% 46) erkek, 44’ü (% 54 ) kadın olan 81 hastanın ortalama yaşı 46,3 ± 18,9 (3-84) idi. 16 hastadan konjoktival doku eksizyonu, 65 hastadan göz kapağı kitle eksizyonu yapılmıştı. Göz kapağı tümörü olan olguların 11 inde squamöz papillom, 22 hastada intradermal nevus, 2 hastada seboroik keratoz, 2 hastada epidermal inkülüzyon kisti, 6 olguda inflamatuar lezyon, kapiller hemanjiom 1 olguda, ksentelezma 2 olguda, dermoid kist 3 olguda, verruca vulgaris 2 olguda, 4 olguda sebase kist, 1 hastada bening ekrin tumor, 1 olguda keratoakantoma, 1 hastada pilomatrixoma görüldü. Kötü huylu olan tümörlerde 5 olguda bazal hücreli karsinoma, 1 hastada bazosquamöz, 1 hastada sebase bez karsinom görüldü. Konjoktiva dokularında 4 pterjium, 6 hastada konjoktival melanositik lezyon, 6 hastada ise pyojenik granuloma görüldü.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kitlelerin histopatolojik tanı dağılımını ırk, yaş, cinsiyet, yaşanılan yer, güneş ışığı maruziyeti ve klinik araştırmanın yapıldığı hastanenin kapak ve konjuktival kiitle lezyonlar için referans bir merkez olması etkili olabilir.
INTRODUCTION: To review the histopathologic outcomes of our tumour excisions from eyelid and conjunctiva.
METHODS: Forty-six hematological malignancy patients under induction and consolidation chemotherapy that expected We retrospectively studied the age, gender, tumour excision localization, and histopathologic outcomes of 81 patients who had undergone eyelid or conjunctiva tumour excision surgery between January 2012 and January 2015.
RESULTS: Our study analyzed data of 81 patients, 37 (%46) of whom were male and 44 (%54) of whom were female. The mean age was 46,3 ± 18,9 (3-84 ) years. Sixteen patients had undergone conjunctiva tumour excision, 65 patients undergone eyelid tumour excision. From the cases who had eyelid tumour, 11 had squamous papilloma, 22 had intradermal nevus, 2 had seborrheic keratosis, 2 had epidermal inclusion cycst, 6 had inflammatory lesion, 1 had capillary hemangioma, 2 had xanthelasma, 3 had dermoid cycst, 2 had verruca vulgaris, 4 had sebaceous cycst, 1 had benign ecrine tumour, 1 had keratoacanthoma, 1 had pilomatrixoma. From the malignant tumours, 5 cases had basal cell carcinoma, 1 case had basosquamous cell carcinoma, 1 case had sebaceous glang carcinoma. From the conjunctiva tissues 4 pterygium, 6 conjunctival melanocytic lesion, and 6 pyogenic granuloma were observed.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The histopathologic diagnosis of eyelid and conjunctiva tumours might be affected by race, age, gender, residence, sunlight exposure, and the clinical research hospital’s being a reference center.

5.The assessment of clinical approaches and properties of benign hindfoot tumors
İsmail Burak Atalay, Volkan Kaya, Şefik Murat Arıkan, Emre Özanlağan
doi: 10.5505/aot.2015.77598  Pages 118 - 123
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmada kliniğimizde cerrahi tedavi uygulanan arka ayak yerleşimli benign kemik tümörlü 24 hastanın retrospektif analizinin incelenmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Hastaların 18’i erkek, 6’sı kadın idi. Tümörlerin 16’sı kalkaneus, 8’i talusta idi. Hastaların hepsine açık biyopsi yapıldı ve sonucuna göre cerrahi tedavi planlandı.
BULGULAR: Hiçbir hastada ameliyat içi komplikasyon olmadı. En sık karşılaşılan tümör osteokondrom idi. Postoperatif takiplerde 3 hastada enfeksiyon saptandı. Hiçbir hastada nüks saptanmadı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Arka ayak yerleşimli tümör olgularında en sık başvuru şikayeti ağrı olup tanı için tümöral lezyonlar mutlaka akla getirilmeli ve tedaviye yanıtsız her hasta ileri görüntüleme tetkikleri ile değerlendirilmelidir. Özellikle talus tümörleri anatomik yapısı gereği ve teşhiste ileri radyolojik tetkikler gerektirmesi nedeniyle sıkça gözden kaçabilmektedir. Görüntüleme yöntemleri sonrasında, kesin tanı için mutlaka biyopsi uygulanmalıdır.
INTRODUCTION: In this study we retrospectively aimed to analyze the 24 patients with the diagnosis of benign hindfoot tumor who were surgically treated.
METHODS: Eighteen of the patients were male, and six were female. Sixteen of the tumors were in calcaneus and eight were in talus. Open biopsy was performed for all the patients and the surgical planning was decided according to histopathologic results.
RESULTS: The most common tumor was osteochondroma. Local infection was encountered in three of the patients. No intraoperative complication was recorded. No recurrence was detected in any patients.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The most common complaint of patients with hindfoot tumors was pain and a possible bone tumor should be kept in mind and radiological interventions should be ordered for the diagnosis of the patients unresponsive to treatment. Because of its unique anatomic structure and the requirement for detailed imaging studies, talus located bone tumors can easily be skipped. Finally, biopsy should be performed to confirm the diagnosis following radiologic interventions.

6.Factors Affecting Survival After Mastectomy in Invasive Lobülar Carcinoma of the Breast
Kaptan Gülben, Ali Uğur Berberoğlu
doi: 10.5505/aot.2015.46362  Pages 124 - 129
GİRİŞ ve AMAÇ: İnvaziv lobüler karsinoma meme kanserinin ikinci en sık görülen histolojik tipi olmasına rağmen, klinikopatolojik özelliklerinin prognostik önemi halen tartışmalıdır. Bu çalışmanın amacı invaziv lobüler meme karsinomalı hastalarda mastektomi sonrası hastalıksız sağkalımı etkileyen faktörleri tanımlamaktır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: 2006-2011 yılları arasında modifiye radikal mastektomi ile tedavi edilen invaziv lobüler karsinomalı 68 hastanın kayıtları geriye dönük olarak değerlendirildi. Yaş, menopoz durumu, patolojik tümör boyutu, patolojik lenf nodu durumu, grade, patolojik evre, lenfovasküler invazyon, östrojen reseptörü, progesteron reseptörü ve human epidermal growth faktör reseptör-2 durumunun hastalıksız sağkalım üzerindeki etkisi tek ve çok değişkenli analizlerle incelendi.
BULGULAR: Ortanca takip süresi 49 ay (21-83 ay) idi. Beş yıllık genel sağkalım %92, 5-yıllık hastalıksız sağkalım ise %85 olarak bulundu. Bir hastada lokal nüks (%1,5), 9 hastada uzak metastaz (%13,2) geliştiği, 4 hastanın da kaybedildiği (%5,9) belirlendi. Tek değişkenli analizde tümör boyutu, lenf nodu durumu, evre, lenfovasküler invazyon, östrojen reseptörü ve progesteron reseptörü durumunun hastalıksız sağkalım üzerinde anlamlı etkiye sahip olduğu saptandı. Çok değişkenli analizde ise, bu faktörlerden tümör boyutu (Hazard ratio [HR]= 6,4, %95 güven aralığı [GA]= 1,2-21,2, P=0,001) ve lenf nodu durumunun (HR=4,8, %95 GA= 1,1-15,4, P=0,01) hastalıksız sağkalım için bağımsız risk faktörleri olduğu belirlendi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Tümör çapı 4 cm.den büyük ve aksiller lenf nodu pozitif olan invaziv lobüler meme kanserli hastalarda hastalıksız sağkalım daha kötüdür.
INTRODUCTION: Although invasive lobular carcinoma is the second most common histotype of breast cancer, the prognostic implications of its clinicopathologic characteristics remain controversial. The aim of this study was to identify the factors affecting disease-free survival after mastectomy in patients with invasive lobular carcinoma.
METHODS: The records of 68 patients with invasive lobular carcinoma treated with modified radical mastectomy between 2006 and 2011 were retrospectively evaluated. The effects of age, menopausal status, pathological tumor size, pathological lymph node status, histological grade, pathological stage, lymphovascular invasion, estrogen receptor status, progesterone receptor status, and human epidermal growth factor receptor-2 status on disease-free survival were examined by univariate and multivariate statistical analyses.
RESULTS: The median follow-up time was 49 months (range 21 to 83). Five-year overall survival and disease-free survival rates were 92% and 85%, respectively. One patient had local recurrence (1.5%) and distant metastasis developed in 9 patients (13.2%). Four patients died during follow-up period (5.9%). In univariate analysis, tumor size, lymph node status, stage, lymphovascular invasion, oestrogen receptor status, and progesterone receptor status had significant effect on disease-free survival. Of these, tumor size (hazard ratio [HR]= 6,4; 95% confidence interval [CI]= 1,2-21,2; P=0,001) and nodal status (HR= 4,8; 95% CI= 1,1-15,4; P=0,01) were determined as independent risk factors on disease-free survival in multivariate analysis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Disease-free survival in invasive lobular breast cancer patients who have tumor size greater than 4 cm and positive axillary lymph node is worse.

CASE REPORT
7.Transthoracic Transdiaphragmatic Resection for Liver Metastasis of Ovarian Carcinosarcoma with Invasion of Right Hemidiaphragm and Lung.
Hüseyin Çakmak, Niyazi Karaman, Bahadır Çetin, Mehmet Altınok
doi: 10.5505/aot.2015.42713  Pages 130 - 133
Kolorektal ve nöroendokrin tümörlerde hepatik metastazektominin klinik faydası çok iyi tanımlanmış olmasına karşın, diğer tümörlerinde bu uygulamanın yeri çok net değildir. Bu yazıda over karsinosarkomuna bağlı sağ hemidiafragma ve sağ akciğer alt lobunu invaze etmiş karaciğer metastazlı bir olgu sunmaktayız. Bu olguya abdominal girişim uygulanmadan transtorasik olarak yaklaşılmış ve sağ hemidiafragma, akciğer ve karaciğer rezeksiyonu uygulanmıştır. Hasta bu cerrahi girişim sonrası ortalama 2,5 yıl (27 ay) yaşamıştır. Primer jinekolojik malignitelere bağlı uzak organ metastazlarında da, düşük morbidite ve mortalite oranları ve sağ kalımı uzaması nedeniyle senkron hepatik ve pulmoner metastazektomi uygulanabilir. Bu alanda kısıtlı tecrübeler olmasına rağmen özellikle subdiafragmatik karaciğer ile sağ akciğere olan metastazlarda, transtorasik senkron pulmoner ve hepatik metastazektomi akılda tutulmalıdır.
Although hepatic metastasectomy is well established for colorectal and neuroendocrine tumors, the treatment of hepatic metastases from other sites is not well defined. We present a case of ovarian carcinosarcoma with liver metastasis that invaded the right hemidiaphragm and lower lobe of right lung. En bloc transthoracic lung, right hemidiaphragm and liver resection was performed without using an abdominal incision. The patient survived nearly 2.5 years (27 months) after this surgery. Synchronous hepatic and pulmonary metastasectomies can be recommended for the metastatic tumors from the primary gynecologic malignancies. This procedure can be done with low morbidity, mortality rates and prolonges survival. Inspite of the limited experience, the choice of transthoracic synchronous pulmonary and hepatic metastasectomy should be remembered for the patients with subdiapragmatic liver and right sided lung metastasis.

8.Flagellate Hyperpigmentation Following Treatment with Low-Dose Bleomycine: Report of two cases
Suna Çokmert, Lütfiye Demir, Murat Akyol
doi: 10.5505/aot.2015.05706  Pages 134 - 138
Bleomisin’in mukokutanöz yan etkileri, 100 U'den daha yüksek kümülatif dozları alan hastalarda yaygındır. Flagella benzeri hiperpigmentasyon bleomisin kullanımının neden olduğu, vakaların yaklaşık % 8-20'sinde görülen ilginç bir cilt reaksiyonudur. Mekanizması bilinmemektedir. Tanı karakteristik klinik görünüme dayanmaktadır. Hiperpigmente cilt lezyonlarının histolojik incelemesi, bazal keratinositlerde artmış melanin içeriğini ortaya koymaktadır. Hafif vakalar antihistaminiklere ve/veya sistemik steroide yanıt verir fakat birçok vakada ilacın kesilmesi gerekebilir. Biz rölatif olarak daha düşük (kümülatif dozlar 30 ve 38 U) dozlarla bleomisin kaynaklı flagella benzeri hiperpigmentasyonu olan 2 vaka sunuyoruz. Bleomisin kullanan hastalarda hiç de nadir olmayan bu komplikasyonu klinisyenler akılda bulundurmalıdırlar.
Mucocutaneus side effects of bleomycin therapy are common in patients receiving cumulative doses greater than 100 U (100 mg). Flagellate hyperpigmentation is an interesting cutaneus reaction caused by bleomycin use, and is seen in about 8-20% of cases. The mechanism is unknown. Diagnosis is based on its characteristic clinical appearance. Histological examination of hyperpigmented skin lesions has demonstrated increased melanin content in basal keratinocytes. It has been suggested that mild cases may respond to antihistamines and ⁄ or systemic steroids, but in many cases discontinuation of the drug may be necessary. We present two patients (cumulative doses of 30 and 38 U) that developed bleomycin-induced flagellate hyperpigmentation with relatively low doses. Because the condition is not uncommon in patients who are using this drug, the clinician should be mindful of this complication.

LookUs & Online Makale