ISSN 0304-596X | E-ISSN: 2148-7669
Acta Oncologica Turcica - Acta Oncol Tur.: 48 (1)
Volume: 48  Issue: 1 - 2015
ORIGINAL ARTICLE
1.Role of RDW and MPV in Diagnosis of Colorectal Polyps and Carcinoma: A Case-Control Study
Mustafa Cengiz, Abdurrahman Şahin, Kamil Özdil, Hacı Mehmet Sökmen
doi: 10.5505/aot.2015.96268  Pages 1 - 7
GİRİŞ ve AMAÇ: Ortalama trombosit hacmi (MPV) kırmızı kan hücresi dağılım genişliği (RDW) testleri rutin tam kan sayımında bulunan basit testlerdir. İnflamasyon, MPV ve RDW değerlerinde değişiklikler yapabilir. Bu çalışmada KRK, adenom ve sağlıklı kontrollerin MPV ve RDW değerlerini karşılaştırmayı amaçladık.
YÖNTEM ve GEREÇLER: KRK veya irritabl barsak hastalığı şikayetleri nedeniyle kolonoskopik tarama yapılan vakaların MPV ve RDW değerleri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Kolonoskopi ve histopatolojik bulgularına göre göre hastalar KRK, adenom ve normal kontrol grubu olmak üzere 3 ayrı gruba ayrıldı. Sonrasında adenom grubu displazi ve villöz komponent varlığına göre yüksek olasılıklı prekanseröz ve düşük olasılıklı prekanseröz olarak 2 alt gruba ayrıldı
BULGULAR: Çalışmaya ardışık toplam 602 hasta alındı. Bunlardan KRK grubunda (n=130)’si, adenom grubunda (n=241)’si ve normal kolonoskopik bulguları olan (n=233)’si hasta kontrol grubundaydı. KRK grubunda diğer grublara nazaran hemoglobin, MCV değerleri daha düşükken trombosit sayıları daha yüksek bulundu (P<0.001). MPV ortanca değerleri KRK, adenom ve kontrol grupları arasında karşılaştırıldığında sırasıyla (7,51-7,91-7,90 ve P<0,001). Ayrıca RDW median değerleri gruplara arasında (15,7-14,6-14,4 ve P<0,001) istatistiksel olarak anlamlı bulundu. Adenom alt grupları karşılaştırıldığnda düşük-yüksek olasılıklı gruplar arasında sadece RDW açısından istatistiksel anlamlı fark tespit edildi (14,4-14,8,ve P=0.02). MPV değerleri açısından gruplar araında fark bulunamadı (7,89-8,04 ve P>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Kolonoskopik taramaya alınacak vakalarda RDW ve MPV değerleri dikkate alınmalıdır.
INTRODUCTION: Mean platelet volume (MPV) and red blood cell distribution width (RDW) are simple tests in routine complete blood count. We aimed to evaluate RDW and MPV values of patients with colorectal carcinoma (CRC) and adenomas and controls.
METHODS: The MPV and RDW values of participitants who undergone colonoscopic examination for CRC screening or irritable bowel syndrome related symptoms were evaluated retrospectively. Patients were divided into three groups according to colonoscopic and histopathologic findings: CRC group, adenoma group and control group. Patients with adenomas then were separated into two subgroups according to dysplasia and villous component as high probable precancerous (HPP) and low probable precancerous (LPP) groups.
RESULTS: A total of consecutive 602 participants were enrolled into the study. There were n=130 patients in CRC, n=241 patients adenoma group and n=233 in control group. The CRC group had lower hemoglobin, MCV values and higher platelet count compared with adenoma group and control group. The median MPV values of CRC group (7.51) were lower than of adenoma group (7.91) and control group (7.90) (P<0.001, for both). The median RDW value of CRC group (15.7) was significantly higher than of adenoma group (14.6) and controls (14.4) (P=0.01, for both). When compared adenoma subgroups, the only different parameter was RDW between LPP and HPP (14.4 vs. 14.8, P=0.02). The MPV values did not differ between groups (7.89 vs. 8.04, P>0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: The RDW and MPV values should be taken into consideration in patients who undergone colonoscopic screening.

2.The utility of diffusion-weighted imaging in differentiation of papillary and clear cell subtypes of renal cell carcinoma
Hale Çolakoğlu Er, Elif Peker, Ayşe Erden, Erdem Öztürk
doi: 10.5505/aot.2015.25238  Pages 8 - 14
AMAÇ: Bu çalışmadaki amacımız, renal hücreli kanser (RHK) ' in papiller ve şeffaf alt tiplerinin ayırt edilmesinde difüzyon ağırlıklı görüntüleme (DAG) ' nin yararlılığını saptamaktır.
YÖNTEMLER: Papiller tip ve şeffaf hücreli tip RHK ' li toplam 16 olgu retrospektif olarak değerlenmiştir. İnceleme 3 Tesla alan gücüne sahip manyetik rezonans cihazında gerçekleştirilmiştir. Renal kitle konturları T2 ağırlıklı görüntülerden de faydalanılarak sınırlanmış ve kistik-nekrotik dejenerasyon alanları dışarıda kalacak şekilde elle çizilen ilgi alanı (freehand ROI) kullanılarak kitlelerin solid komponentlerinin b=50 sn/mm2 ve b=1000 sn/mm2 DAG’lerde görünür difüzyon katsayı (apparent diffusion coefficient =ADC) değerleri ve ortalama sinyal intensite (SI) değerleri ile böbreğin normal parankiminin ortalama SI değerleri ölçülmüştür. Normal parankimin SI değerlerinin ölçümü için ROI kortikomedüller bileşkeye yerleştirilmiştir.


BULGULAR: Ortalama ADC değeri papiller RHK’ larda (0.991 ± 0.143×10ˉ³ mm²/sn) şeffaf hücreli RHK’ lardan istatistiksel olarak anlamlı derecede düşüktü (1.296 ± 0.277 × 10ˉ³ mm²/sn) (p<0.05). Ayrıca papiller RHK grubunda, b=1000 sn/mm2 DAG’lerde ölçülen ortalama SI değerleri (22.8 ± 6.3), normal parankimden (43.4± 14.8); şeffaf hücreli RHK grubunda b=50 sn/mm2 DAG’ lerde ölçülen ortalama SI değerleri (102± 27.5), normal parankimden (138.8 ± 33) istatistiksel olarak farklıydı (p<0.05).
SONUÇ: Papiller ve şeffaf hücreli kanser subtiplerinin ayırt edilebilmesinde difüzyon ağırlıklı görüntüleme faydalı bir yöntem olabilir. Papiller hücreli kanserlerin sınırları, b=1000 sn/mm2; şeffaf hücreli kanserlerin sınırları ise b=50 sn/mm2 DAG’lerde daha net olarak seçilebilmektedir. Bulgularımızın desteklenmesi için daha geniş hasta serisini kapsayan çalışmalara gereksinim vardır.
OBJECTIVE: To determine the utility of diffusion-weighted imaging (DWI) in differentiation of papillary and clear cell subtypes of renal cell carcinoma (RCC).
METHODS: A total of 16 patients with papillary RCC and clear cell RCC were enrolled in this retrospective study. Patients underwent MRI with a 3.0-Tesla wholebody system (MAGNETOM Verio, Siemens, Erlangen, Germany) using a standard body matrix coil. Apparent diffusion coefficient (ADC) values and signal intensity (SI) values at b=50 s/mm2 b=1000 s/mm2 DWI of solid components of the renal masses and SI values of normal renal parenchyma were measured. A freehand ROI was drawn around the peripheral margin of the tumor on the diffusion images excluding the cystic or necrotic portions, while referring to the T2-weighted conventional images for verification of lesion boundaries. To measure SI values of normal renal parenchyma, ROIs were placed on the normal corticomedullary junction.
RESULTS: Mean ADC value was statistically significantly lower in papillary RCC (0.991 ± 0.143×10ˉ³ mm²/s) than in that of clear cell RCC (1.296 ±.0.277 × 10ˉ³ mm²/s). For the papillary RCC group, there was statistically significant difference (p<0.05) between mean SI values of normal parenchyma (22.8 ± 6.3) and lesion (43.4± 14.8) at b=1000 s/mm2 DWI; for the clear cell RCC group there was statistically significant difference (p<0.05) between mean SI value of normal parenchyma (138.8 ± 33) and lesion (102± 27.5) at b=50 s/mm2 DWI.
CONCLUSION: For discrimination of papillary and clear cell subtypes of RCC, DWI seems to be a useful method. The boundaries of papillary RCC can be more clearly perceived on b=1000 s/mm2 and that of clear cell RCC on b=50 s/mm2 DWI. However, more extensive research on a larger series of patients are needed to support our findings.

3.Intraoral Reconstruction wıth Microsurgical Free Flaps
Hakan Uzun, Ozan Bitik, Ela Cömert, Caner Kılıç, Samet Özlügedik, Ümit Tunçel
doi: 10.5505/aot.2015.02986  Pages 15 - 19
GİRİŞ ve AMAÇ: Yazarlar, tek bir merkezde intraoral bölge için gerçekleştirilen serbest flep rekonstrüksiyonlarını değerlendirmeyi amaçlamışlardır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Baş boyun bölgesindeki defektlerin rekonstrüksiyonu için 4 yıllık süre içinde onbir tane serbest doku nakli gerçekleştirildi. Hastalar, defekt lokalizasyonu, uygulanan flepler, komplikasyonlar ve hastanede yatış süreleri açısından değerlendirildi.
BULGULAR: Yedi hasta serbest radial önkol flebi ile, iki hasta serbest vertikal rektus abdominis muskulokütan flebi ile, bir hasta serbest transvers rektus abdominis muskulokütan flebi ile bir hasta da serbest fibula osteomuskulokütan flebi ile rekonstrükte edildi. Fleplerin hiçbirinde anastomozda tromboz veya hematom nedeniyle reeksplorasyon yapılmadı. Flep kaybı görülmedi. Mortalite veya major morbidite ile karşılaşılmadı. Ortalama hastanede yatış süresi 21.1 gündü (11-25 gün).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Ağız içi defektlerinin rekonstrüksiyonu için multidisipliner yaklaşım desteklenmelidir. Uzun ameliyat süresi, donör alan morbiditesi ve mikrocerrahi başarısızlığı gibi riskleri olmasına rağmen serbest doku nakilleri birçok kompleks defektin onarımına olanak sağlamaktadır.
INTRODUCTION: The authors aimed to evaluate the outcomes of free flap reconstructions performed for intraoral region in a single center.
METHODS: Eleven free flaps have been performed for defects of the head and neck over a 4-year period. The patients were evaluated in terms of defects, flaps performed, complications and hospital stays.
RESULTS: Seven patients were reconstructed with radial forearm free flap, one patient was reconstructed with free transverse rectus abdominis musculocutaneous flap, two patients were reconstructed with free vertical rectus abdominis musculocutaneous flap and the remaining one was reconstructed with free fibula osteomusculocutaneos flap. None of the flaps required reexploration for anastomotic thrombosis or hematoma. No flap failure occurred. We did not encounter any mortality or major morbidity. The average hospital stay was 21.1 days with a range from 11 to 25 days.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Multidisciplinary approach should be encouraged for the reconstruction of intraoral defects. The versatility of free tissue transfers allows reconstruction of most complex defects; although it carries significant risks, including longer operative times, donor site morbidity, recipient site complications and microsurgical failure, and longer hospital stays.

4.First-line cisplatin plus bolus 5- Fluorouracil combination in patients with locally advanced and metastatic esophageal cancer(Izmir Oncology Group Study)
Murat Akyol, Yüksel Küçükzeybek, Umut Varol, Ibrahim Yıldız, Suna Çokmert, İbrahim Vedat Bayoğlu, Yaşar Yıldız, Lutfiye Demir, Alper Can, Ahmet Dirican, Ahmet Alacacıoğlu, Mustafa Oktay Tarhan
doi: 10.5505/aot.2015.92408  Pages 20 - 26
AMAÇ: Sitotoksik kemoterapi, lokal ileri ve metastatik özefagus kanserinin standart tedavisidir. Biz bu çalışmada lokal ileri ve metastatik özefagus skuamoz hücreli kanserde birinci basamakta sisplatin ve kısa süreli infüzyonel 5-florourasil (5-FU) kombinasyonunun yararlarını ve yan etkilerini değerlendirdik.
YÖNTEMLER: Bu çalışmada, retrospektif olarak aralık 2006 ve temmuz 2013 tarihleri arasında sisplatin ve kısa süreli infüzyonel 5-florourasil (5-FU) kombinasyonu ile tedavi edilen daha önceden tedavi almamış lokal ileri veya metastatik özefagus skuamoz hücreli kanserli hastaları değerlendirdik. Kemoterapi rejimi olarak sisplatin 75 mg/m2 d1 (1-3-saat infuzyon), kalsiyum lökoverin 60 mg/m2 d1-2 ve 5-FU 500 mg/m2 d1-2 (15-dakika infuzyon) 14 günde bir uygulandı.
BULGULAR: Hastaların 14’ü (%51.9) erkek ve 13’ü (%48.1) kadın olup ortanca yaş 57 (39-80) idi. ECOG performans skoru 20 (%77) hastada 0 veya 1 iken diğer hastalarda 2 olarak bulundu. Tanı anında 10 hasta uzak metastaza sahipken 17 hasta lokal ileri hastalığa sahipti. Hastalar medyan 4 kür kemoterapi aldı. Tüm yanıt oranı %44.4’tü. (8 hastada parsiyel yanıt,4 hasta komplet yanıt) ve 7 (%25.9) hasta stabil hastalığa sahipti. Hastalık kontrol oranı %70.3’tü. Hastaların medyan progresyonsuz sağkalımı 6.2 (%95 CI: 5.13 7.28) ve medyan genel sağkalımı 11.1 (%95 CI: 7.77-14.5) aydı. Hastaların % 40.7’sinde grade 3-4 nötropeni ve % 11.1’inde grade 3-4 trombositopeni saptandı.
SONUÇ: Sisplatin ve kısa süreli infüzyonel 5-florourasil (5-FU) kombinasyonu ilaç infuzyonu için kateter gerektiren infüzyonel rejime alternative bir tedavi olarak düşünülebilir.
OBJECTIVE: Cytotoxic chemotherapy is the basic treatment for locally advanced and metastatic esophageal cancer. We evaluated the benefits and side effects of the first-line short-term infusional 5- Fluorouracil (5-FU) and cisplatin combination regimen in patients with locally advanced and metastatic esophageal squamous cell cancer.
METHODS: We retrospectively reviwed the untreated locally advanced or metastatic squamous cell esophageal cancer patients treated with short-term infusional 5-FU and cisplatin combination between December 2006 and july 2013. Chemotherapy regimen was administered as; cisplatin 75 mg/m2 on day 1 (1-3-h infusion), ca-leucovorin 60 mg/m2 d1-2 and 5-FU 500 mg/m2 d1-2 (15-min infusion) every 14 days.
RESULTS: There were 14 (51.9%) male and 13 (48.1%) female patients. The median age was 57 (range, 39-80) years. Twenty patients had an Eastern Cooperative Oncology Group performance status of 0 to 1 (77%), while the rest had PS of 2 (23%). At first diagnosis, 10 patients had distant metastases and 17 patients had localized disease. In total, 27 patients were treated with a median of four cycles. The overall response rate was 44.4% (8 partial responses, 4 complete responses) and 7 patients (25.9%) had stable disease. The disease control rate was 70.3%. Median progression free survival was 6.2 (95% CI: 5.13 7.28) months and median overall survival was 11.1 (95% CI: 7.77-14.5) months. Among the patients, 40.7% of them had grade 3-4 neutropenia, 11.1% of those patients had grade 3-4 thrombocytopenia.
CONCLUSION: Short-term infusional 5-FU and cisplatin combination regimen can be considered as an alternative treatment to an infusion regimen in which a catheter is necessary for the drug infusion.

CASE REPORT
5.Colon Cancer and Glioblastoma Multiforme Co-occurrence at an Early Age: A Case Report
Fatma Buğdaycı Başal, Umut Demirci, Ahmet Şiyar Ekinci, Muzaffer Altundağ, Levent Gürses, Ferit Aslan, Ayşe Demirci, Necati Alkış
doi: 10.5505/aot.2015.36349  Pages 27 - 29
Kolon kanseri ve beyin tümörü birlikteliği klinikte karşımıza Muir-Torre Sendromu, Turcot Sendromu, Cowden Sendromu ya da Gardner Sendromu olarak çıkabilir. Turcot Sendromu multiple adenomatöz kolon polipleri ile santral sinir sisteminin (SSS) primer tümörünün birlikte görüldüğü DNA tamir genlerinde mutasyonlarla seyreden nadir bir hastalıktır. Biz bu olguda polipozis zemininde gelişen kolon kanseri tanısından üç yıl sonra glioblastome multiforme (GBM) tanısı alan fakat genetik çalışmada Turcot Sendromu desteklenemeyen genç bir kadın hastayı sunduk.
The cooccurrence of colon cancer and brain tumor can be observed as Muir-Torre syndrome, Turcot syndrome, Cowden syndrome or Gardner's syndrome, in clinic. Turcot syndrome which comprises multiple adenomatous colon polyps and central nervous system (CNS) tumor is uncommon disease with mutations in DNA repair genes. We report the case of a young woman who presented with colon cancer that was developed on the ground of polyposis and after three years the patient was diagnosed glioblastoma multiforme (GBM) that couldn't be supported for Turcot Syndrome by genetic studies.

6.Castleman Disease Localized On The Right And Left Buccal Mucosa
Caner kılıç, Metin Kaya, Ela Cömert, Ümit Tunçel, Nazan Bozdoğan
doi: 10.5505/aot.2015.72693  Pages 30 - 33
Castleman hastalığı (CH), en sık mediastende asemptomatik kitle olarak görülen lenfoproliferatif bir hastalıktır. Baş boyun bölgesinde ise en sık boyun da görülür. Oral kavite de yerleşimi nadirdir. Tedavisinde cerrahi eksizyon uygulanır. Bu makalede sağ ve sol yanak mukoza altında, giderek büyüyen şişlik şikayeti ile tarafımıza başvuran ve histopatolojik tanısı castleman hastalığı- plazma hücreli tip olarak raporlanan, non hodgkin lenfoma (NHL) öyküsü olan hasta, literatür eşliğinde sunulmuştur.
Castleman disease (CD) is a lymphoproliferative disorder that is most frequently seen as an asymptomatic mass in the mediastinum. Among the head and neck region, the neck is the most frequent localization. It is seldom localized in the oral cavity. Surgical excision is the primary choice of treatment. The current study presents a patient with previous non-Hodgkin Lymphoma (NHL) history, who was complaining of a mass gradually increasing in size beneath the right and left buccal mucosa and a histopathological diagnosis of Castleman disease – plasma cell type. The related literature is also reviewed.

INVITED REVIEW
7.İris nevi and melanomas: Distinguishing parameters
Reşat Duman, Nilay Duman, Rahmi Duman, Mustafa Doğan
doi: 10.5505/aot.2015.77487  Pages 34 - 38
İris melanomlarının çoğu daha önce var olan iris nevüsleri üzerinden gelişmektedir. İris melanomlarının enükleasyon, metastaz ve fonksiyonel kayba neden olma riskleri nedeniyle erken tanıları oldukça önemlidir. İris nevüsünden melanom gelişimini kestirecek klinik parametrelerin farkında olunması melanom gelişimi açısından riskli nevüs grubunun belirlenmesini ve iris melanomların erken tespitini kolaylaştıracaktır. Bu derlemede iris nevüslerinin ve melanomlarının klinik özellikleri ve ayırt edici klinik parametreler sunuldu. Böylelikle bu hastalara klinik yaklaşımda yardımcı olunması amaçlandı.
Most of the iris melanomas arise from pre-existing iris nevi. Early diagnosis of iris melanomas is quite important because of potential risk of enucleation, metastasis and functional loss. Being aware of the clinical parameters predicting the development of melanoma from pre-existing nevus will help determining the hazardous nevus group and early diagnosis of iris melanomas. In this review, clinical features of iris nevi and melanomas and distinguishing clinical parameters were presented. Thus, helping in the clinical management of such patients were aimed.

CASE REPORT
8.Primary Cardiac Angiosarcoma: A Case Report
Ayşe Gök Durnalı, Ayşe Yüksel, Muzaffer Bedri Altundağ, Murat Vural, Berna Öksüzoğlu, Necati Alkış
doi: 10.5505/aot.2015.92400  Pages 39 - 41
Primer kardiyak anjiosarkoma, kötü prognozlu nadir bir hastalıktır. Açık kardiyak cerrahi operasyon olan ve sağ atriumda kardiyak anjiosarkoma tanısı alan 34 yaşında erkek hasta tıbbi onkoloji bölümüne başvurdu. Tümörün tam küratif rezeksiyonu mümkün olmamıştı ve hastaya postoperatif dönemde 6 siklus kombinasyon kemoterapi rejimen (doksorubisin ve mesna korumasıyla ifosfamid) verildi. Hastada 8 ay boyunca stabil hastalık mevcuttu, ve progresyon sonrasında ikinci sıra kemoterapi (paklitaksel) başlandı, ancak hasta tanıdan 15 ay sonra kaybedildi. Kardiyak anjiosarkoma olgularının çoğunda küratif rezeksiyonlar mümkün olmadığından daha ileri tedavi seçeneklerine son derece ihtiyaç vardır.
Primary cardiac angiosarcoma is a rare disease with poor prognosis. A 34-year-old male patient who underwent an open cardiac surgery and diagnosed as cardiac angiosarcoma on the right atrium was admitted to the medical oncology department. Complete curative resection of the tumor was not possible and postoperatively 6 cycles of combination chemotherapy regimen (ifosphamide with mesna protection and doxorubicin) was given. Patient had stable disease for 8 months, and after progression a second-line chemotherapy (paclitaxel) was started but he died after 15 months of diagnosis. Since curative resections are not possible in most of the cardiac angiosarcoma cases, further treatment options are desperately needed.

LookUs & Online Makale