ISSN 0304-596X | E-ISSN: 2148-7669
Acta Oncologica Turcica - Acta Oncol Tur.: 42 (1)
Volume: 42  Issue: 1 - 2009
1.Anaplastik Tiroid Kanseri: Klinik Özellikler, Prognostik Faktörler ve Tedavi Sonuçları
Niyazi KARAMAN, Kerim Bora YILMAZ, Cihangir ÖZASLAN, Mehmet ALTINOK
Pages 1 - 7
Bu çalışmada 2001-2005 yılları arasında tedavi edilen 29 tiroid anaplastik karsinom tamlı hastanın klinik özellikleri, prognostik faktörleri ve tedavi sonuçları retrospektif olarak incelenmiştir. Sağkalım ile ilişkisi bakımından; yaş, tümör boyutu, gelişim özellikleri ve rezeksiyon tipleri analiz edilmiştir. Tümör boyutu 5-8 cm olan hastaların sağkalımı 2.8 ay iken, tümörü 8 cm den büyük olan hastaların sağkalımı 4.5 ay olarak bulunmuştur. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p= 0.18). Altmış yaş altı ve üstü hastaların ortalama sağkalımları sırasıyla 3.5 ve 3.8 ay olarak bulunmuştur. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p= 0.65). iyi diferansiye tiroid karsinomu zemininde gelişen ve tiroid karsinomu hikayesi olmayan hastaların ortalama sağkalımları sırasıyla 3.7 ay ve 3.6 ay olarak bulunmuştur. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p= 0.95). RO, R1 ve R2 rezeksiyon uygulanan hastaların ortalama sağkalımları sırasıyla 3.3, 1 ve 3.1 ay olarak bulunmuştur. Aradaki fark istatistiksel olarak anlamlı bulunmamıştır (p= 0.31). Anaplastik tiroid kanserinde lokal kontrol oranlarını artırmaya ve uzak metastaz oranlarını azaltmaya yönelik yeni teknolojilere ve ilaçlara olan ihtiyaç halen devam etmektedir.
The objective of this study is to analyse the clinical features, prognostic factors and treatment outcomes of the patients with the diagnosis of anaplastic thyroid carcinoma treated at Ankara Oncology Teaching and Research Hospital between 2001 and 2005. The records of 29 patients with the diagnosis of anaplastic thyroid carcinoma reviewed retrospectiveiy. The association between survivai and age, tumor size, pattern of deveiopment, and type of the resection was analyzed. The median survival of the patients with 5-8 cm tumors and with tumors larger than 8 cm was 2.8 and 4.5 months respectiveiy. The difference was not statistically significant (p= 0.18). The median survivai of the patients under and över 60 years of age was 3.5 and 3.8 months respectiveiy. The difference was not statistically significant (p= 0.65). While the median survival of the patients with transformation from well differentiated thyroid carcinoma was 3.7 months, it was 3.6 months for the patients without any type of well differentiated thyroid carcinoma. The difference was not statistically significant (p= 0.95). The overall survival of the patients with RO, R1 and R2 resections were 3.3, 1 and 3.1 months respectiveiy. The statisticai difference was not significant (p= 0.318). Anaplastic thyroid carcinoma stili carries a dismal prognosis and there is a strong need for innovative treatments.

2.Karaciğer Hasarının Farklı Basamaklarında ve Hepatoselüler Karsinomda TGF/3R-1 Ekspresyonları
Pelin BAĞCI, Gülşen ÖZBAY
Pages 8 - 12
Hepatik yıldızsı hücre (HYH) karaciğerde fibrozisten sorumlu temel hücredir. Transforme edici büyüme faktörü-p (TGFp) ise, aktive HYH’lerden salınan ve çoğunlukla transforme edici büyüme faktörü-p reseptörü-1 (TGFpR-1) üzerinden etkilerini gösteren, siroz gelişiminde fibrozisten sorumlu olan temel moleküldür. Bu çalışma, karaciğer hasarının farklı aşamalarında ve hepatoselüler karsinom (HSK)’da TGFpR-1 ekspresyonlarını değerlendirmek, ve de tedaviye yönelik çıkarımlar yapmak üzere planlanmıştır. Altmış beş viral hepatit, 58 siroz ve 21 HSK olgusu TGFpR-1 primer antikoru ile immünhistokimyasal olarak boyandı. Boyanma yaygınlığı ve yoğunluğu skorlandı. Rutin boyalardaki histolojik aktiviteler ve fibrozis skorları ile immünhistokimyasal boyanma paternleri ve boyanan hücreler karşılaştırıldı. Ardından yaş, cinsiyet, etyoloji, histolojik aktivite indeksleri, fibrozis skorları; tümör çapı, vasküier invazyon, multifokalite ve siroz varlığı ile TGFpR-1 boyanmasındaki yaygınlık ve yoğunluklar arasındaki ilişkileri saptamak üzere biyoistatistiksel çalışmalar uygulandı. Hepatit grubunda TGFpR-1 boyanmasındaki yoğunluk ile fibrozis skorundaki artışın korelasyon gösterdiği saptandı (p< 0.05). inaktif sirozun izlendiği vakalarda TGFpR-1 boyanması görülmedi. HSK grubunda saptanan en önemli bulgu ise; tümör çapı ile TGFpR-1 boyanmaları arasındaki ters korelasyon oldu. TGFp ve reseptörü olan TGFpR-1 karaciğerdeki yara iyileşmesi sürecinde görevli olan en önemli moleküllerdendir. Ancak etkileri hepa-tokarsinogenezin erken dönemlerinde belirgindir. Komplet siroz ve 3 cm ve daha büyük çaplardaki HSK’larda anti-TGFpR stratejilerinin monoterapi şeklinde kullanılması faydalı olmayacaktır.
Hepatic stellate celi (HSC) is the key fibrogenic celi type in liver. Transforming growth factor-p (TGFp), using mostly trans-forming growth factor-p receptor-1 (TGFpR-1), generated by the activated HSC is the most significant fibrogenic molecule of cirr-hosis. We pianned this study to observe the expressions of TGFpR-1 in different steps of liver injury. We immunostained 65 viral hepatitis, 58 cirrhosis and 21 hepatocellular carcinoma (HCC) cases vvith TGFpR-1 antibody and scored the intensity and the distribution of the stainings. Biostatisticai analysis vvere done to see, if there are any meaningful results betvveen age, sex, etio-logy, hepatic activity index, fibrosis scores; tumor diameter, vascular invasion, multifocality, presence of cirrhosis and receptor expressions. İn the hepatitis group the intensity of TGFpR-1 staining vvas positively correiated vvith the increasing fibrosis score (p< 0.05). İn the cases vvhich cirrhosis vvas inactive, there vvere no TGFfSR-1 expressions. The only positive result in HCC group vvas the inverse correiation betvveen tumor diameter and TGFpR-1 expression. TGFpR-1 is an important mediator in liver vvound healing. But its' effect is important in the early stages of hepatocarcinogenesis. İn complete cirrhosis or HCCs greater than 3 cm, anti-TGFpR strategies vvill not be useful alone.

3.Türk Toplumundaki Nörofibromatozis Tip 1’li Hastalarda Gen Mutasyonlarının Araştırılması
Sacide PEHLİVAN, Ayşe ERBAY, Ahmet KOMAN, Duri Şehvar ÖZEL ÜNAL
Pages 13 - 16
Nörofibromatozis tip 1 (NF1) insan sinir sistemini etkileyen hastalıklar içerisinde, en sık gözlenen tek gen hastalığıdır. Otozomal dominant olarak kalıtılır. Cafe au lait lekeleri, nörofibromiar ve Lisch nodülleri ile karakterizedir. Bu hastalarda nörofib-rosarkom sıklığı 9000 kat, lösemi sıklığı 71 kat, santral sinir sistemi tümörleri riski 46 kat artmıştır. NF1 geni 17q11.2 bölgesinde olup 360 kb büyüklüktedir. Şu ana kadar gende uluslararası konsorsiyum tarafından tanımlanmış 246 mutasyon bulunmaktadır. Gen çok büyük olduğu için daha tanımlanmamış birçok mutasyon bulunmaktadır. Çalışmamızda Türk toplumundaki (Ege bölgesi) NF1 geninde nispeten daha çok mutasyonun yer aldığı 3 bölgenin (ekson 27a, ekson 37, ekson 4b) DNA dizi analizinin yapılması amaçlanmıştır. On altı NF1 hastasına ait DNA fardan NF genine ait 3 bölge poiimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile çoğaltılmış ve DNA dizi analizleri yapılmıştır. On altı NF1 hastasında da dizi analizi yapılan bölgelerde mutasyon saptanmamıştır. Türk NF1 hastalarında diğer toplumlarda bu ekzonlarda görülen mutasyonların olmadığı ya da çok nadir olduğu sonucuna varılmıştır.
Neurofibromatosis type 1 (NF1) is the most common single gene disorder among the diseases affecting the human nervo-us system. İt is autosomal dominantly inherited. İt is characterised by cafe au lait spots, neurofibromas and Lisch nodules. The prevatence of neurofibrosarcoma has been raised 9.000 times, leukemia 71 times, ONS tumors 46 times in these patients. NF1 gene is located in 17q11.2 region and it has 360 kb of tongevity. To date, 246 mutations have been identified in the gene by the 'International concortium. There are many unidentified mutations since the gene is considerably iarge. in this study, it is aimed at performing the DNA sequencing of 3 regions (exon 27a, exon 37, exon 4b of NF1 gene) vvhich contain comparativeiy larger number of mutations in NF1 gene in the Turkish society (Aegean region). Three exons (exon 27a, exon 37, exon 4b of NF1 gene) from the DNA of 16 NF1 patients vvere amplified by polymerase Chain reaction (PCR) and DNA sequencing vvas performed by ABI 310. No mutations vvere detected in related exons of 16 Turkish NF1 patients. İt is conctuded that the 16 Turkish NF1 patients did not have or very scarcely had the mutations, vvhich vvere observed in exon 27a, exon 37, exon 4b in other societies.

4.Mastektomi ve Aksiller Diseksiyon Sonrası Uzun Dönem Komplikasyonlar
Ozan ZARARLI, Niyazi KARAMAN, Cihangir ÖZASLAN, Sevinç HÜSEYİNOVA, Mehmet ALTINOK
Pages 17 - 23
Bu çalışmada meme kanseri nedeniyle tedavi edilen 299 hastada uzun dönem kol morbiditesi ve ilişkili faktörler incelenmiştir. Ağrı en sık bildirilen şikayet olarak saptanmıştır. Sıklık sırasına göre diğer komplikasyonlar; kolda şişme, parestezi ve uyuşukluk, omuz eklem sertliği ve güç kaybı olarak saptanmıştır. Çok değişkenli analizde ağrı ile ilişkili faktörler; yaşın 50’nin altında olması, radyoterapi uygulanması ve kol şişliği olarak saptandı. Parestezi ve uyuşukluk ile ilgili faktörler; yaşın 50’nin altında olması ve meme koruyucu cerrahi olarak saptandı. Güç kaybı ile ilgili faktörler; yaşın 50’nin altında olması, sol memeye cerrahi girişim uygulanması ve kol şişliği olarak saptandı. Eklem sertliği ile ilgili faktörler kol şişliği ve radyoterapi uygulanması iken; hareket kısıtlılığı ile faktörler diyabet ve kol şişliği olarak olarak saptandı. Kol şişliğinin artmış infeksiyon oranları ile ilişkili olduğu saptandı. Fiziksel muayene ile saptanan güç kaybı ve hareket kısıtlılığı ile ilgili faktörler sırasıyla; sinirlerin korunmaması, aksiller metastaz ve diyabet, aksiller metastaz ve kol şişliği olarak saptandı.
Long-term arm morbidity and its related factors vvere evaluted for 299 patients operated for breast carcinoma. Pain vvas the most prominant complaint. Other complaints vvere arm svvelling, paresthesia and numbness, stiffness of shoulder and loss of strenght in order of frequency. At multivariate analysis; the factors related vvith the pain vvere age < 50, radiotheraphy and arm svvelling. Factors related vvith paresthesia and numbness vvere age < 50 and breast conserving surgery. Factors related vvith loss of strength vvere age < 50, operation on the left breast and arm svvelling. While the factors related vvith stiffness vvere arm svvelling and radiotheraphy administration; the factors related vvith restricted mobility vvere diabetes and arm svvelling. The factor related vvith increased infection vvas arm svvelling. The factors related vvith the loss of strenght and restricted mobility defined vvith physical examination tvere non-preservation of the nerves, axillary metastasis and diabetes, axillary metastasis and arm svvelling, respectiveiy.

5.Bir Akut Promiyelositik Lösemi Olgusunda “All-Trans Retinoic Acid (ATRA)” Tedavisi Sırasında Ağrısız Skrotal Ülser
Müyesser SAYKI, Meltem YÜKSEL, Şule Mine BAKANAY, Mutlu ARAT
Pages 24 - 26
FAB sınıflamasına göre akut miyeloblastik lösemi (AML) M3 olarak adlandırılan akut promiyelositik lösemi (APL), akut miyeloblastik löseminin genellikle hipergranüler lösemik hücreler, kanama eğilimi ve patogenezde önemli rol alan t(15,17) ile karakterize bir alt tipidir. APL ’de altın standart tedavi “all-trans retinoic acid (ATRA)" içeren kombinasyonlardır. ATRA, olası önemli yan etkilerine rağmen iyi tolere edilmektedir. Bu olguda, AML tanısı alan ve ATRA tedavisi sırasında skrotal ülser gelişen 50 yaşında bir erkek hasta bildirilmektedir. Literatürde ATRA ilişkili birkaç skrotal ülser olgusu bulunmakla birlikte araştırmalarımıza göre ağrısız karakterde bildirilen ilk olgudur.
Acute promyelocytic leukemia (APL), acute myeloblastik leukemia (AML) M3 according to FAB classification is a distinct subtype of AML usuaily characterized by hypergranular leukemic cells, bleeding diathesis and a spesific translocation t(15:17) vvhich plays a pivotal role in the pathogenesis of APL. The gold Standard therapy in APL is all-trans retinoic acid (ATRA) containing combinations. Despite possible significant side effects, ATRA is well tolerated. We report on a 50-year-old man vvith APL who developed scrotal ulcerations during treatment vvith ATRA. Although there are few case reports, to our knovvledge this case is the first one that has painless scrotal ulcerations related vvith ATRA.

6.Non-Hodgkin Lenfomalı Hastalarda Hepatit B ve C Virüs Seroprevalansı: Tek Merkez Deneyimi
Ülkü YALÇINTAŞ ARSLAN, Fatih Oğuz ÖNDER, Doğan UNCU, Saadet TOKLUOĞLU, Ayşe GÖK DURNALI, Gökhan ÇELENKOĞLU, Güngör UTKAN, Necati ALKIŞ
Pages 27 - 29
Hepatit B ve C virüsleri (HBV ve HCV) lenfoid dokularda da çoğalabilen, hepatotropik virüslerdir. Her iki virüs de kronik anti-jenik uyarıma neden olabilir ve lenfoproliferatif hastalıklarla ilişkili olabilir. Bu çalışma ile bizim merkezimizdeki non-Hodgkin len-foma (NHL) hastalarında HCV ve HBV seroprevalansı ve bunun hasta karakteristikleri ile ilişkisini değerlendirmek amaçlandı. Bu çalışmada retrospektif olarak Ankara Onkoloji Hastanesine Kasım 2001-Mart 2008 tarihleri arasında kabul edilen 164 NHL hastasında hepatit B virüs yüzey antijeni (HbsAg) ve anti-hepatit C virüs antijeni (anti-HCV-Ab) sıklığı değerlendirildi Bu değerlendirme tanı sırasında ve “Enzyme Linked immunosorbent Assay (ELISA)’’ yöntemi ile yapıldı. Kontrol grubu olarak hastanemiz ortopedi kliniğine başvuran kanser dışı 165 hasta alındı. Çalışmaya alınan histolojik olarak tanısı doğrulanmış 164 NHL hastasının 159'unu B hücreli lenfomalar, 5'ini T hücreli lenfomalar oluşturmaktaydı. Yüz elli dokuz hastanın 23 (%14)’ü düşük greydli lenfoma hastalarıydı. Hastaların 91 (%55)’i erkek, 73 (%45)'ü kadındı. Hastaların 15 (%9.1)’inde HbsAg pozitif bulundu. Bu hastaların 3’ü ekstranodal, 9’u yaygın büyük hücreli lenfoma, geri kalan 3 hastada ise düşük greydli lenfoma saptandı. Anti-HCV-Ab, 3 (%1.8) hastada pozitif bulundu. Bu hastalarda aynı zamanda HbsAg pozitifliği de mevcuttu. Hastalardan biri spienik lenfoma, diğer 2 hasta yaygın büyük hücreli lenfoma tanısı almıştı. Kontrol grubuna göre NHL hastalarında HbsAg seroprevalansı yüksek, ama anti-HCV-Ab prevalansı benzer olarak bulundu (9.1 vs %3, p= 0.0366 ve 1.8 v-s %1.2, p= 0.9945 sırası ile). HbsAg pozitif olan evre I foliküler lenfoma hastası dışında diğer tüm hastalar kemoterapi almış olup HBV veya HCV ile infekte hastaların 6’sının antiviral ajanlarla tedavi aldığı tespit edildi. On beş hastanın antiviral tedavi almayan 2 (%13) tanesinde sitotoksik tedavi esnasında HBV infeksiyonu reaktivasyonu gözlendi. Bu bulgular bizim merkezimizde NHL hastalarda hepatit taşıyıcı sıklığının kanser olmayan hasta popülasyonuna göre yüksek olduğunu göstermektedir. Bu nedenle ülkemizde NHL hastalarında tedaviye başlanmadan önce HCV ve HBV belirteçleri değerlendirilmelidir.
Hepatitis B and C viruses (HBV and HCV) are hepatotrophic viruses that can also proliferate in lymphoid tissues. Both of them can be cause chronic antigenic stimulation and may be related vvith lymphoproliferative disorders. Aim of this study is to evaluate HBV and HCV viruses seroprevalence in non-Hodgkin’s lymphoma (NHL) patients in our cancer çenter and their rela-tion vvith patient characteristics. We investigated hepatitis B virüs surface antigen (HbsAg) and anti-hepatitis C virüs antigen (anti-HCV-Ab) frequency in one hundred sixty four NHL patients retrospectively who admitted in our hospital betvveen November 2001- March 2008. We overvievved in the study HBV and HCV infected patients’ disease characteristics. HBsAg and anti-HCV-Ab tests had been applied by Enzyme-Linked İmmunosorbent Assay (ELISA) for these patients as a part of initial evaluating process at their first visit. The control group consisted of non-cancer patients treated in orthopedi clinics of our hospital (n= 165). Histologically confirmed 164 NHL patients vvere enrolled in this study. Among those 159 vvere B-cell lymphoma patients and the rest 5 vvere T-cell origin lymphoma patients. Tvventy three patients of 159 patients (14%) vvere diagnosed as low grade lymphoma. Ninety one patients (55%) vvere male and seventy three patients (45%) vvere female. HBsAg vvas found positive in fifteen patients (9.1%). Three patients had extranodai and nine patients had nodal diffuse large B-cell lymphoma (DLBCL). Rest of these patients had low grade iymhomas. Anti-HCV-Ab vvas positive in three (1.8%) patients, additionally HBsAg positivity vvas detected in the same three patients. One of them had splenic other two patients had diffuse large B-cell tymphomas. HBsAg prevalence vvas found higher but anti-HCV-Ab prevaience vvas found similar betvveen NHL and control group (9.1 vs 3%, p= 0.0366 and 1.8 vs 1.2%, p= 0.9945 respectiveiy). Ali of patients received chemotherapy except one patient at stage I follicular lymphoma who had HBsAg positive. Six patients infected HBV and/or HCV ıvere treated antiviral agents. Two patients among 15 who did not received prophylactic antiviral therapy during their cytotoxic treatment suffered from reactivation of HBV infection (%13) These findings supported that hepatitis carrier frequency in NHL patients more than non-cancer patients population according to our cancer çenter data. For these reason hepatits B and C markers should be evaluated before NHL treatment in our country.

7.Büyük Hücreli Akciğer Karsinomunda Gingiva Metastazı
Mutlu DOĞAN, Duygu KANKAYA, Abdullah BÜYÜKÇELİK, Fatih KARATAŞ, Güngör UTKAN, Orhan ŞENCAN, Bülent YALÇIN, Gülşah KAYGUSUZ, Fikri İÇLİ
Pages 30 - 32
Akciğer kanseri sıklıkla kemik, karaciğer, sürrenal ve beyin metastazı yapmaktadır. Gingiva metastazı nadir görülür. Büyük hücreli akciğer karsinomu tanısıyla izlenen etli yedi yaşında erkek hasta durmayan dişeti kanaması şikayeti ile başvurdu. Oral kavite muayenesinde alt gingiva ön yüzünde kesici dişler hizasında kanamalı, ağrılı ve sert yumuşak doku saptandı. Lezyondan yapılan biyopsi büyük hücreli akciğer karsinomu metastazını ortaya koydu. Gingiva metastazına yönelik paiyatif radyoterapi başlandı. Durdurulamayan diş eti kanaması şikayetiyle başvuran kanserli hastalarda gingiva metastazı ayırıcı tanılar arasında düşünülmeli ve invaziv incelemelere geçilmeden önce oral kavitenin detaylı muayenesi yapılmalıdır.
Bone, liver, sürrenal gland and brain are the usual sites for lung cancer metastasis. Hovvever, gingival metastasis of lung cancer is seldom. A fifty-seven year-old male patient who had been followed-up vvith large celi lung cancer vvas admitted to the hospital because of gingival bleeding. We have found a fragile, sore and hard tesion on anterior localisation of iovver gingiva on oral cavity examination. Histopathology revealed metastasis of large celi lung cancer. Palliative radiotherapy vvas applied to gingiva. Oral cavity of the cancer patients suffering from serious gingival bleeding should be examined carefully before applying invasive procedures, and gingival metastasis should be kept in mind for differentiai diagnosis.

8.El ve Ayak Yerleşimli Primitif Nöroektodermal Tümörü: İki Olgu Sunumu
Pelin DEMİR, Murat ARIKAN, Nazan ÇİLEDAĞ, Elif AKTAŞ, Şafak GÜNGÖR, Kemal ARDA
Pages 33 - 36
El ve ayakta primitif nöroektodermal tümör (PNET) gelişimi son derece nadir olup, literatürde sınırlı sayıda olgu bildirilmiştir. Sol ayak proksimal falanksında ve sağ el distal falanksında PNET saptanan 2 olgunun manyetik rezonans görüntüleme bulgularını sunmayı amaçladık.
Primitive neuroectodermal tumor (PNET) of hand and foot is extremely rare. To our knowiedge, limited number of cases of typicat PNET has been reported, involving the hand orfoot. İn this report, we presented magnetic resonance imaging findings of a PNET case localized in the proximal phalanx of left foot and a case localized in distal phalanx of the right hand.

9.İntrakraniyal Uzanım Gösteren Juvenil Nazofarengeal Anjiyofibroma
Bige SAYIN, Nilgün YILDIRIM, Doğan DEDE, Nesrin ERTUĞ, Süreyya BOYACIGİL, Enis YÜKSEL
Pages 37 - 40
Juvenil nazofarengeal anjiyofibroma (JNA) çoğunlukla genç erkeklerde görülen nadir, benign bir tümördür. İnsidansı 1/6000-1/60.000 olarak bildirilmektedir ve tüm baş-boyun tümörlerinin %0.05-0.5’ini oluşturur. JNA genellikle nazal kavitenin superior veya posterolateral duvarından ya da nazofarenksten köken alır. Anjiyofibromanın agresif özellikte çevre dokulara yayılması ve vaskuler karakterde olması, morbidite nedenidir. Bu olgu sunusunda agresif seyidi, intrakraniyal uzanım gösteren JNA olgusu radyolojik bulguları eşliğinde tartışılmıştır.
Juvenile nasopharyngeal angiofibroma (JNA) is a rare benign tumor that usuaily affects male adolescent. İncidence of JNA is 1/6.000-1/60.000 and it forms 0.05-0.5% of ali head and neck tumors. JNA usuaily stems from superior or posterolateral vvall of nasal cavity or nasopharynx. İts agressive local grovvth and vascularity is a cause of morbidity. İn this case report we discuss, a JNA extending intracranially vvith radiological findings.

10.Uterus Non-Hodgkin Lenfomasına Nasıl Tanı Koyalım?: Olgu Sunumu
Tayfun GÜNGÖR, Adnan ŞİMŞEK, Serap AKBAY, Emel Üçgül ÇAVUŞOĞLU, Ümit BİLGE
Pages 41 - 44
Kadın genital sistem lenfoması oldukça nadir görülmektedir. Bu sıra dışı yerleşimde lenfoma tanısı koymak da oldukça zordur. Bu çalışmada bir kadın genital sistem lenfomasına nasıl tanı koyduğumuzu sunmaktayız. Otuz yedi yaşındaki bir kadın hasta, merkezimize tanımlanamayan servikal kitle nedeniyle sevk edildi. Ultrasonografide, sıra dışı görünen dev bir servikai kitlenin vajinanın üst kısmını ve parametriyal dokuları infiltre ettiği saptandı. Magnetik rezonans görüntülemede 7.0 cm x 8.8 cm x 2.3 cm boyutlarında uterustan kaynaklanan bir kitlenin vajinadan protruze olduğu saptandı. Kitleden alınan iki biyopsi infla-masyon olarak raporlandı. Sol iliyak bölgede patolojik boyutta bir lenf nodu saptandı. Vajina duvarı kalınlaşmıştı ve 3.3 cm çapa ulaşmıştı. “Punch” biyopsi sonucu rejenaratif değişiklikler olarak geldi. Daha sonra kitlenin daha önce biyopsi alınmamış bir bölgesinden alınan kor biyopsi sonucu REAL sınıflamasına göre difüz büyük hücreli non-Hodgkin lenfoma olarak çıktı. Çekilen flo-rodeoksiglukoz-pozitron emisyon tomografi/bilgisayarlı tomografi (FDG-PET/BT) sonucuna göre Ann-Arbor evre lleb uterin non-Hodgkin lenfoma olarak evrelenen hasta 6 kür R-CHOP + 2 kür rituksimab tedavisi sonucu tam remisyonda izlenmektedir. Biyopsi sonucu negatif olan pelvik kitlelerde eksizyoner ya da “punch" biyopsi yerine kor biyopsi tercih edilmelidir. Bu olguda ısrarlı biyopsilerle hasta total abdominal histerektomi gibi gereksiz organ kaybına yol açan cerrahilerden kaçınılmıştır. Eğer şüphe edilmezse uterus lenfomaları kolayca inflamasyon tarafından maskelenebilir veya inflamasyon olarak tanımlanabilir. FDG-PET/BT en iyi evreleme yöntemidir.
Lymphoma of the female genital tract (FGT) is uncommon. This diagnosis, in such an unusual location, is very difficult to estabiish. Herein ıve report a case of FGT lymphoma and describe it’s ıvay to diagnosis. A 37 year-old-woman vvas referred to our institution due to undiagnosed cervical mass. Two consecutive biopsies had been taken from the mass, both of vvhich yieid-ed infiamation. An unusual-looking bulky cervical mass vvas seen and the upper part of vagina and parametriai tissues vvere deeply infiltrated. On magnetic resonance imaging a uterine mass measuring 7.0 cm x 8.8 cm x 2.3 cm ıvas protruding into the vagina. A pathologic sized lymph node in the left iliac region vvas detected. The vaginal vvall vvas thickened, 3.3 cm in diameter. Punch biopsy vvas reported as regenerative changes. After that a core biopsy vvas taken from a different area on the mass, from vvhich biopsy ıvas not taken before. Histopathological analysis retrieved a diffuse large celi non-Hodgkin’s lymphoma according to REAL classification. Computed tomography (CT) and flourodeoxyglucose-18 positron emission tomography (FDG-PET) vvas used for staging. According to Ann Arbor staging system, stage vvas lleb and after 6 courses of R-CHOP and additional 2 cours-es of rituximab therapy, patient is on complete remission. İn case of peivic masses vvith negative biopsy results, core biopsy should be preferred instead of using punch or excisional method. Uterine lymphomas may be easily masked by infiamation or misdiagnosed as infiamation unless it is not suspected. Probably using both CT and FDG-PET is the best for proper staging.

LookUs & Online Makale