ISSN 0304-596X | E-ISSN: 2148-7669
Acta Oncologica Turcica - Acta Oncol Tur.: 41 (1)
Volume: 41  Issue: 1 - 2008
1.Kemik Metastazlarında Tanı ve Tedavi
Yıldız GÜNEY, Sercan YILMAZ, Ümmühani ÖZEL TÜRKÇÜ, Cengiz KURTMAN
Pages 1 - 6
İleri evre kanserler sıklıkla kemiğe metastaz yaparlar ve kemik destrüksiyonu kemik ağrısı, hareket kısıtlılığı, patolojik kırık ve spinal kord kompresyonu gibi iskelet morbiditelerine yol açar. Kemik metastazları kadınlarda en çok meme kanserlerine, erkeklerde ise prostat ve akciğer kanserlerine bağlı gelişir. Tümör genellikle kemiklere hematojen yolla yayılmakla birlikte, lenfatik ve direkt yayılımda görülebilir. Tamda kemik sintigrafisi (Teknesyum 99m) ve direkt grafiler standart yöntemlerdir. Bilgisayarlı tomografi, manyetik rezonans görüntüleme ve pozitron emisyon tomografiside tanıda ve takipte kullanılmaktadır. Günümüzde kemik metastazlarının tedavi seçenekleri standart antikanser tedavisinin yanında radyoterapi (RT), cerrahi, bifosfanatlar, radyonüklid ve analjezikleri içermektedir. Esas amaç; ağrıyı azaltmak, patolojik fraktür gelişmesini önlemek, mobiditeyi azaltırken fonksiyonu iyileştirmek ve yaşam kalitesini yükseltmektir. Tek doz RT, tedavi süresinin kısa olması ile tedavi stresini azaltmakta, hem hastanın hem de departmanın yükünü hafifletmektedir. Seçim yapılırken hastanın genel durumu, yaşam kalitesi, yaşı, tedaviye uygunluğu, ışınlanacak volüm göz önüne alınmalıdır ve en uygun şema seçilmelidir.
Advanced cancers frequently metastasise to the bone, and the resulting bone destruction is associated with a variety of skeletal complications, including pathologic fractures, bone pain, impaired mobility and spinal cord compression. Bone metastases are distant relapses from many types of malignant tumours, especially from cancers of the lung, breast, and prostate Direct invasion by tumor and lymphatic and hematogenous metastases to the bone occur. Technetium (Tc 99m) bone scintigraphy and direct radiographs are widely regarded. Computed tomography, magnetic resonance imaging and positron emission tomography are useful tools for diagnosis and treatment. Present treatment options for patients with bone metastases include radiation therapy, surgery, bisphosphonates, radionuclides and analgesics, in addition to Standard anticancer therapy. The primary goal of therapy is to minimise bone pain and morbidity and improve mobility and quality of life. Single fraction radiotherapy (RT) is as safe and effective as a multifraction regimen for the palliation of metastatic bone pain. The greater convenience for the patients and the department single fraction RT is preferred.

2.Çocukluk Çağı Benign Kemik Tümörlerinin Demografik Özellikleri ve Klinik Yaklaşımlarının Değerlendirilmesi
Murat ARIKAN, Erdal METİN, Deniz GÜRLER, Şafak GÜNGÖR, Yaman KARAKOÇ
Pages 7 - 13
Çocukluk çağında görülen kemik tümörleri tüm tümörler içerisinde %0.2’Hk bir oranla nadir görülen tümörler grubunda olmasına rağmen özellikle genç yaş popülasyonunda 3. sırada karşılaşılan bir tümör olup iş gücü kaybı, tanı ve tedavideki olası yaklaşım problemleri açısından önemlidir. Amacımız kliniğimizde takip ettiğimiz pediatrik benign kemik tümör olgularının demografik özelliklerini, eşlik eden faktörleri, tümörlerin dağılım bölgeleri ve sıklıklarını gözden geçirmek ve tümöre yaklaşım yöntemlerini retrospektif olarak değerlendirmektir. Bu amaçla kliniğimizde takip edilen 200 hasta retrospektif olarak incelendi.
Bone tumors in paediatric age are rare tumors with an incidence of 0.2% and in among ali bone tumors are in the 3rd fre-quency but they are important because of the loss of occupation and the problems in the diagnosis and treatment modalities. Our aim in this study is to anatyze demographic features, the cofactors, the geographic characteristics and pecuilarities of benign bone tumors follovved up in our department and the methods of approachments to these tumors retrospectively. İn this regard 200 patients are retrospectively analyzed who were followed up in our clinic.

3.Triple Negatif Meme Kanserli Hastalarda Aksiller Lenf Nodu Tutulumu Farklılık Gösterir mi?
Suat KUTUN, Haluk ULUCANLAR, Aybala AĞAÇ, Oğuz TARCAN, Abdullah ÇETİN
Pages 14 - 18
Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türü olup meme kanseri araştırmalarında özellikle son yıllarda immünhisto-kimyasal markerlar giderek artan bir oranda önem kazanmakta ve çalışmalar özellikle bu yönde yoğunlaşmaktadır. Çalışmamız T2 tümörü bulunan Evre 2 meme kanserli 108 hastada gerçekleştirilmiştir. Hastaların tamamına stewart transvers insizyonu ile modifiye radikal mastektomi ve Level l-ll-lll düzeyinde aksiller lenf nodu disseksiyonu uygulandı. Grup 1: Östrojen Reseptörü (ER) açısından negatif, Progesteron Reseptörü (PR) açısından negatif, Her2 Reseptörü (Her2) açısından negatif hastalar (46 hasta). Grup 2: Östrojen Reseptörü (ER), Progesteron reseptörü (PR), Her2 Reseptörü (Her2)’nden herhangi 1 tanesi, herhangi 2 tanesi veya her 3 reseptörün de pozitif olduğu hastalar (62 hasta) olarak kabul edildi ve bu 2 grup disseke edilen toplam lenf nodu sayısı ve ortalama pozitif lenf nodu sayısı açısından 2 Sample-T-testi ile karşılaştırıldı. Grupl ve Grup 2 arasında disseke edilen toplam lenf nodu sayısı ve ortalama pozitif lenf nodu sayısı açısından istatistiksel olarak anlamlı fark bulunmamıştır. Sonuç olarak prognoz değerlendirmesinde efektif bir öngörü vadeden bu antitenin iteri araştırma ve çalışmalarla aydınlatılabileceği ve meme kanseri tanı ve tedavi yaklaşımlarında önemli rol oynayabileceği görüşündeyiz.
Tumor markers are becoming increasingly important in breast cancer research because of their impact on prognosis, treat-ment, and survival, and because of their relation to breast cancer subtypes. 108 Stage2 breast cancer patient with T2 tumour included the study. Ali of the patients underwenr modifided radical mastectomy with stevvart transvers incision and Level l-ll-lll axillary dissection. Group 1: Eostrogen Receptor (ER) negative, Progesterone receptor (PR) negative, Her2 Receptor (Her2) negative patients (46 patients). Group 2: Any of Eostrogen Receptor (ER), Progesterone Receptor (PR) or Her2 Receptor (Her2) positive patients (62 patients). This two groups compared in respect to average number of dissected total lymph nodes and num-ber of average positive lymph nodes. Data showed that there is no significant difference betvveen two groups in respect to average number of dissected total lymph nodes and number of average positive lymph nodes. To our study we think that it is important to clarify this entity with further investigations becouse of its possible role in diagnosis and management of different treat-ment modalities.

4.Cerrahi Tedavi Uyguladığımız Uzun Kemik Yerleşimli Pediatrik Osteoid Osteoma Olgularımız
Murat ARIKAN, Deniz GÜRLER, Şafak GÜNGÖR, Yaman KARAKOÇ, Erdal METİN, Ali ATALAY, Tolga KOŞAR
Pages 19 - 24
Osteoid osteoma osteoid kemik doku üretimi ile karakterize benign bir tümördür. Genç hastalarda daha sık olup en yaygın lokalizasyonu proksimal femurdur. En sık semptom ağrıdır, geceleri daha belirgindir ve salisilatlara dramatik olarak cevap verir. Bilgisayarlı tomografi nidusun lokalizasyonun gösterilmesi ve cerrahi planın yapılmasına olanak sağlar. İntralezyonel küretaj sonrası ağrı tamamen geriler.
Osteoid osteoma is a benign tumor characterized by producing osteoid tissue. İt occurs more frequently in young patients and the most common localization is proximal femur. The almost constant and often symptom is pain, increases during the night and releaved by salisilats dramatically. The computed tomography always demonstrates the nidus and its localization, thus per-mitting and adeçuate surgical plan. Pain regresses completely after intralesional curettage.

5.Radyoterapi Uyguladığımız Rektum Adenokarsinomlu Hastalarımızın Tedavi Sonuçlarının Değerlendirilmesi
V.Işıl UĞUR, Taciser DEMİRKASIMOĞLU, Yeşim ELGİN, Bülent KÜÇÜKPLAKÇI, Aytül ÖZGEN, Cem MISIRLIOĞLU, Ergun SANRI, Pınar KARA, Nadi ÖZDAMAR
Pages 25 - 28
Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine Ocak 2000 ile Aralık 2004 yılları arasında başvuran 280 rektum kanserli hastanın hastane dosyalarına ulaşılarak tedavi özellikleri retrospektif olarak tarandı, hastalarımızın sağkalım sonuçlan ve prognozda etkili olabilecek faktörleri değerlendirildi. Bu dönem içerisinde radyoterapi ile tedavi edilen hasta veya yakınları ile irtibata geçilerek değerlendirmeleri yapıldı. Sağkalım analizleri son durumları ile ilgili bilgi alınabilen 175 hasta ile yapıldı. Sağkalım analizi yapılan 175 rektum kanserli hastanın yaş dağılımı 24-87 arasında olup; mediyan yaş 59 olarak bulundu. Tüm grupta 1, 2, 3 ve 4 yıllık sağkalımlar sırası ile %85, %70, %53, %37, mediyan sağkalım 41 ay idi. Tümör yerleşim yeri prog-nostik faktör olarak incelendi. Bir ve 4 yıllık sağkalımlar sırası ile üst yerleşimli tümörlerde %85 ve %61, orta yerleşimli tümörlerde %80 ve %14, alt yerleşimli tümörlerde %97 ve %59 olarak bulundu. Gruplar arasındaki sağkalım farkları istatistiki olarak anlamlı idi (p= 0.03). Nodal tutulum prognostik faktör olarak değerlendirildi. Bir ve 4 yıllık sağkalım oranlan sırasıyla NO hastalarda %90 ve %49, N1 hastalarda %90 ve %36, N2 hastalarda ise %75 ve %12 olarak tesbit edildi. Gruplar arası sağkalım farkları istatistiki olarak anlamlı bulunmadı (p= 0.16). Hastalarımızın 146’sı öpere, 19'u inopere idi. Öpere olan hastalarda 1 ve 4 yıllık sağkalımlar %86 ve %42 inopere olanlarda ise sırası ile %78 ve %15 idi. Gruplar arası sağkalım farkları istatistiki olarak anlamlı bulundu (p= 0.01). Yüz on dört hastaya radyoterapi ile eş zamanlı kemoterapi uygulanmıştı. Eş zamanlı kemoterapi uygulananlarda 1 ve 4 yıllık sağkalımlar sırası ile %89 ve %44 uygulanmayanlarda 1 yıllık %85, 3 yıllık %32 olarak bulundu, 4 yıl yaşayan hasta yoktu.
Two-hundred-eighty patients with rectum cancer treated in Radiation Oncology Department of Ankara Oncology Hospital bet-ween January 2000 - December 2004 reviewed retrospectively. Patients were analyzed for prognostic factors and survival. İn this study we evaluated 175 patients that can be reached with rectal carcinoma. Median age of the patients were 59. Overall 1, 2, 3, 4 years survival rates were 85%, 70%, 53 % and 37% respectively and median survival rate was 41 months. We found overall 1 and 4 years survival rates 85% and 61% for tumors located in upper part of the rectum, 80% and 14%> for tumors located in middle part of the rectum and 97% and 59% for distal rectal tumors. Differences between groups were statistically significant (p= 0.03). Lymph node metastases was evaluated as a prognostic fac-tor. One and 4 year sun/ival rates were 90% and 49% in patients with NO, 90% and 36% in patients with N1, 75% and 12% in patients with N2. Differences betvveen nodal involvement groups were not statistically significant (p= 0.16). One-hundred-forty-six patıerıts were operable, 19 patients were inoperable. One and 4 years sun/ival results of operated patients were 86% and 42%. For inoperated patients 1 and 4 years survival rates were 78% and 15%. Differences between operated and inoperated patients were statistically significant (p= 0.01). One and 4 years survival results of patients treated with concomittant chemora-diotherapy were 89% and 44%. One and 3 years survival results of patients treated with only radiotherapy were 85% and 32%. No patient was alive at 4 years.

6.Evving Sarkomlu Olgularımızda Tedaviyi Etkileyen Prognostik Faktörler
Şafak GÜNGÖR, Murat ARIKAN, G. TOĞRAL, Yaman KARAKOÇ, Erdal METİN, B. ATALAY
Pages 29 - 32
Hastanemiz Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde; 1992-2006 yılları arasında takip edilen Evving sarkomlu toplam 93 hasta (ortanca yaş 12) analiz edildi. Primer en sık yerleşim yerleri ekstremite uzun kemikleri, pelvis ve gövde kemikleri olarak saptandı. Başlangıçta 30 hasta metastatik idi. Bunlardan 18 tanesinde akciğer metastazı mevcuttu. Beş ve on yıllık genel yaşam ve hastalıksız yaşam hızları sırası ile %40 ve %37 olarak gerçekleşmiştir. 5 yıllık genel yaşam hızı ise lokalize hastalıklı gurupta %47 olarak gerçekleşirken metastatik hastalıklı grupta %24 olarak bulunmuştur (p= 0.041). Primer tümörlü vakaların %25'i < 8 cm ve %75’inde büyük hacimli tümördü (z 8 cm). Antrasiklinli VAC (vincristine, actinomycin D ve cyciophosphamide) rejimlerinde en iyi sun/ival elde edilmektedir. Başlangıçta uzak metastaz mevcudiyeti, hacimli tümör ve pelvik lokalizasyonlu yerleşim kötü prognostik faktörlerdir. Halen özellikle yüksek riskli grupta iyi sonuçlar elde etmek için yeni tedavi yaklaşımlarına ihtiyaç vardır.
We revvieved 93 patients with Evving Sarcoma follovved up betvveen 1992-2006 years vvhose median age was 12. The most common localisations were long bones, pelvis and axial skeleton. 30 patients were metastatic at the initial diagnosis. Among these patients 18 had lung metastasis. Sun/ival and disease free rates for 5-10 years were 40% and 37% respectiveley. General sun/ival rate forlocalised affection was 47% and 24% for metastatic disease (p= 0.041). İnitial tumor mass was<8 cm in 25% ofcases and >8 cm in 75% of cases. The best survival results were reported in the group of antracyciine chemotherapy regimen with VAC (vincyristine, actinomycineD and cyciophosphamide) combination. Distant metastases, large tumor masses and pelvic localisati-on were bad prognostic factors in the initial diagnosis. We stil need beter and never treatment modalities for high risk factor group.

7.Kobaylarda Postoperatif Adezyonların Önlenmesinde Hyaluronic Acid/Carboxymethylcellulose’un Etkisi
Savaş TEZEL, Reha ÖZGÜVEN, Selma TUNÇOL
Pages 33 - 37
Uygun cerrahi tekniğin tek başına adezyon oluşumunu azaltmaya yardımcı olabileceği fakat adezyon oluşumunu tümden engellemeye yetmeyeceği iyi bilinmektedir, ilaçlar ve bariyerler olmak üzere 2 ana grupta toplanan yardımcı yöntem kullanımı gereklidir. Bizim bu deneysel çalışmadaki amacımız, hem genel cerrahi hem de jinekoloji kliniklerinde giderek daha yaygın kullanılmaya başlanan, bariyer materyali HA-CMC'nin, adezyon oluşumunu engellemedeki etkinliğini, yara gerilim kuvveti üzerine olumsuz etkisinin olup olmadığını belirlemektir. Laparotomi sırasında peritoneal ve serozal hasar ile kan kullanılarak adezyojenik ortam oluşturulan 30 kobayın yarısına, batın kapatılmadan önce HA-CMC yerleştirildi. 3 haftanın sonunda yüksek doz eter anestezisi ile deneklerin hayatları sonlandı-rıldıktan sonra adezyon skorlaması ve yara gerilim kuvveti ölçümleri yapıldı. Adezyon oluşumu, çalışma grubunda kontrol grubuna göre anlamlı ölçüde daha azdı (U= 197, p< 0.05). Gruplar arasında, yara gerilim kuvvetlen yönünden istatistiksel anlamlı fark gözlenmedi (U= 113, p> 0.05). HA-CMC, yara gerilim kuvveti üzerine olumsuz etki yapmadan adezyon oluşumunu anlamlı derecede azaltmış fakat tamamen önleyememiştir. Yetersiz kaldığı durumların irdelenmesi, daha başarılı sonuçların alınmasına yardımcı olacaktır.
İt is well known that appropriate surgical techniçue alone will help decrease but not prevent intraabdominai adhesion for-mation. İt is necessary to use adjuvant therapy that falls into two main categories, drugs and barriers. This study was designed to determine the effectiveness of HA/CMC (Hyaluronic acid/Carboxymethylcellulose) as a barrier agent for preventing postoperative adhesions and also to determine whether it alters abdominal wound tensile strength. An adhesion forming State was created by traumatization of peritoneal and serozal surfaces and inocuiation of self biood on traumatized areas in 30 guinea pigs. HA/CMC was applied between the viscera and the abdominai wall before laparotomy clo-sure in the experimental group (n= 15). Three weeks after the operation the adhesion scores were obtained and the abdominai wall wound was evaiuated for tensile strength. Adhesion formation was significantly lower in the study group compared to the control group (U= 197, p< 0.05). There were no statistically significant difference for tensile strength betvveen the two groups (U=113, p> 0.05). HA/CMC has no adverse effect on wound tensile strength, while significantly lovvering adhesion formation. However, it does not totally prevent it. Future investigations on its insufficient States and causes will help in obtaining successfui results.

8.Propilen Mesh ile Yapılan Fıtık Onarmalarında İskeminin Adezyon Formasyonuna Etkisi
Savaş TEZEL, Reha ÖZGÜVEN, Selma TUNÇOL
Pages 38 - 40
Mesh ile onarılan insizyonet hernilerden sonra postoperatif adezyonlar görülür. Adezyon oluşumu ile mesh tipleri arasında bir ilişki bildirilmesine rağmen, bu çalışmamız göstermiştir ki; adezyon oluşumu mesh tipinden ziyade iskemi ile ilişkilidir. Bu çalışmanın amacı ventral hernilerin mesh ile tamiri sırasında, iskeminin adezyon oluşumu üzerindeki etkilerine dikkat çekmektir.
Postoperative adhesions are seen after mesh repairs for incisional hernia. VVhiie a corretation betvveen adhesion formation and type of mesh has been reported, our study shows that adhesion formation is related to ischemia rather than mesh type. The aim of this study is to point out the affects of ischemia on adhesion formation for when repairing ventral hernias with mesh.

9.Rektum Kanserli Hastalarımızın Epidemiyolojik Demografik Özelliklerinin ve Tedavi Yaklaşımlarının Değerlendirilmesi
Taciser DEMİRKASIMOĞLU, V. Işıl UĞUR, Yeşim ELGİN, Bülent KÜÇÜKPLAKÇI, Aytül ÖZGEN, Cem MISIRLIOĞLU, Ergun SANRI, Pınar KARA, Handan ERKAL, Nadi ÖZDAMAR
Pages 41 - 44
Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine 1 Ocak 2000-31 Aralık 2004 tarihleri arasında başvuran rektum kanserli 280 hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar; genel özellikleri açısından incelendi. Hastaların medyan yaşı 59, erkek/kadın oranı 1.2/1 bulundu. En sık rastlanan tümör histopatolojisi adenokarsinom idi. Hastaların 56'sı gradel, 83'ü grade 2, 7’si grade 3 olarak bulundu. Kliniğimize en çok Evre HA hastaların başvurduğu saptandı. Tümör, en fazla rektum orta yerleşimli idi. Hastaların 235’i öpere, 45'i inopere idi. İki yüz yirmi bir hastanın 107'sine abdomino-perineal rezeksiyon, 107’sine low anterior rezeksiyon, 7’sine sadece rezeksiyon yapılmıştı. Yüzseksen hastaya radyoterapi öncesi kemoterapi uygulanmıştı, ikiyüzseksen hastanın 235’ipostoperatif, 14'üpreoperatif, 31 ’ipalyatif amaçlı ışınlanmıştı. Hastaların 169’una radyoterapi ile eşzamanlı kemoterapi verilmişti.
Two-hundred-eighty patients with rectum cancer treated in Radiation Oncology Department of Ankara Oncology Hospital bet-ween January 2000-December 2004 revievved retrospectively. Median age of the patients were 59. Men/women ratio was 1.2/1. Adenocarcinoma was the majör celi type. Tumour of the 56 patients were grade 1, 83 patients were grade 2 and 7 patients were grade 3. Most of the patients seen in our department were stage IIA. Incidence of rectum carcinoma was high in the middle third of rectum. Two-hundred-thirty-five patients were operable, 45 were inoperable. One-hundred-seven patients had APR (abdomi-noperineal resection), 107 had LAR (low anterior resection), 7 had resection as a surgical procedure. One-hundred-eighty patients had chemotherapy before radiotherapy. Two-hundred-thirty-five patients had postoperative radiotherapy, 14 had preopera-tive and 31 patients had palliative radiotherapy. One-hundred-sixty-nine patients had chemoradiotherapy.

10.İntaoperatif PeniIEreksiyon Gelişen Dört Çocuğun Değerlendirilmesi
Yeşim ŞENAYLI, Atilla ŞENAYLI
Pages 45 - 48
Hastalarımızda artan ereksiyon sıklığının sebebinin anlaşılması için gözden geçirme yapılmıştır. Dört hastanın ameliyat esnasındaki anestezi uygulamaları incelenmiştir. Bazı anestetiklerin, fentanii, remifentanil, propofol etkili olduğu ve volatile anestetik bitmesinin sebep olabileceği tespit edilmiştir. Bu hastaların birinde, kaudai blokaj ameliyat sonrasında uygulanmıştır ve erek-siyona sebep olabileceği düşünülmüştür. Ereksiyonu gidermek için bazı tedavi uygulamaları yapılmıştır; ancak tam düzelme sağlanamamıştır. Birçok farklı tedavi yöntemleri olmasına rağmen penil ereksiyon olmasını engellemek için en iyi yöntemin kaudai blokaj olduğu düşünülmektedir.
To survey the increased frequency of erections in our patients. İntraoperative course of the four patients were evaluated by using anesthesia protocols. We defined that some anesthetic drugs tike fentanyt, remifentanil, propofol and running out of vola-tile anesthetic might be the reasons, İn one of these patients, caudal blockade was performed at the end of the operation that might be the reason. We performed some treatment procedures to cease the erections but complete detumescence had not been achieved. There are different treatment methods but we thought that adequately performed caudal blockade is the best

11.Enkondrom Zemininde Gelişen Atipik Bir Kondrosarkom Olgusu
Yaman KARAKOÇ, Murat ARIKAN, Deniz GÜRLER, Şafak GÜNGÖR, Erdal METİN
Pages 49 - 51
Kondrosarkomlar kıkırdak orijinli malign tümörlerdir. Erişkinlerde en sık görülen primer maiign kemik tümörleridir. Erkeklerde daha sık görülür. Hastaların çoğu 30-60 yaş arasındadır. Semptomları, ağrı ve yavaş büyüyen kitledir. Tanı konulduğunda semptomlar genellikle 1-2 yıldır vardır. Özellikle pelvik tümörlerde kitlenin büyümesi çok yavaştır (1). Burada kliniğimizde tedavi ettiğimiz bir vakayı takdim etmek istedik.
Chondrosarcomas are malignant tumours of cartilaginous origin. Chondrosarcoma is the commonest primary sarcoma of bone in adults, with a male predominance. Patients are usually betvveen 30 and 60 years old. Ciinicai symptoms are pain and slow growing mass. At the diagnosis the average duration of symptoms being 1-2 years. growth may be very slow, especially for pelvic tumours (1). İn this paper we presented a case that we treated at our.

12.Mekonyum ileus ve Konjerıital Hipotroidizm Olan Bir Yenidoğanda Konjuge Hiperbilirubirıemi
Yeşim ŞENAYLI, Atilla ŞENAYLI
Pages 52 - 54
Mekonyum ileusu kistik fibrozisin eşsiz belirtisidir. Mekonyum ileus ile çeşitli birliktelikler, özellikle kistik fibrozis rapor edilmiştir; ancak hastamız kistik fibrozis ile beraber rapor edilen ve konjenital hipotiroidism ile konjuge hiperbiiirubinemiyi bulunduran ilk hastadır. Bu iki durumun mekanizmaları için detaylı açıklamalar bulunmaktadır; ancak literatür araştırması sonrasında muhtemel ortak mekanizma için bir açıklama bulunamamıştır. Bu durumun sadece birliktelik olduğu düşünülmüştür. Konjenital hipotiroidizm kistik fibrozis olan ve kojuge hiperbilirubinemi olan hastalarda göz ardı edilmemeli ve araştırılmalıdır.
Meconium ileus is a unique manifestation of cystic fibrosis. Different anomalies associated with meconium ileus, conse-quently in cystic fibrosis, were reported but our case was the first reported with congenital hypothyroidism demonstrating signi-ficant conjugated hyperbilirubinemia. There are detailed explanations about the mechanisms of these two entities but we found no possible common pathvvay for these diseases in the evaluation of the literatüre. We suggest that this unique formation may only be coexistence. Congenital hypothyroidism may be evaluated for the patients with cystic fibnosis when conjugated hyperbilirubinemia is detected.

13.Skleroderma Tanısı Olan Hastada Duktal Karsinoma İn Situ Olgusu
Suat KUTUN, Haluk ULUCANLAR, Aybala AĞAÇ, Oğuz TARCAN, Abdullah ÇETİN
Pages 55 - 56
Duktal karsinoma in situ tarama programları ile %15-20 oranında saptanabilmektedir. Sınıflandırmada Modifiye Van Nuys Prognostik indeksi’nde yaş, tümör boyutu, cerrahi sınır, nükleer grade ve nekroz değerlendirmeye alınmaktadır. Tarama programları ile saptanabilen bu antite meme koruyucu cerrahiye olanak sağlaması açısından oldukça önemlidir. Fakat sistemik skle-rozan bağ doku hastalığı ile birlikte bulunduğu durumlarda bu durum özellik arzeder ve tedavi modalitesini değiştirebilir. Sistemik sklerozan bağ doku hastalığı ile takipte iken duktal karsinoma in situ tanısı almış bu olgumuzu sunarken duktal karsinoma in situ-sistemik bağ doku hastalığı birlikteliklerinde klinik takip ve tedavi modaliteleri seçeneklerini sunmayı amaçlamaktayız.
Ductal carcinoma in situ can detected with percent of 15-20 with scanning programs. Modified Van Nuys Prognostic index is used in classification concerning age, size of tumor, margin of surgical resection, nuciear grade and necrosis. This antity has a speciai importance because it can mostly manage with breast sparing treatment modalities. But it shows significance when it combined with systemic sclerosant diseases. We report a case with scleroderma diagnosed as ductal carcinoma in situ. İn the light of our case our aim is to summarize the clinical follow-up and treatment modalities in such cases with ductal carcinoma in situ combined with systemic sclerosant diseases.

14.Testiküler Feminizasyon Sendromunda Gelişen Seminoma: Hastanın 7 Yıllık Takibi
Yıldız GÜNEY, Meltem NALÇA ANDRIEU, Ayşe HİÇSÖZMEZ, Caner AKTAŞ, Cengiz KURTMAN, Şaban Çakır GÖKÇE
Pages 57 - 58
Bu çalışmada, testiküler feminizasyon tanısı konan ve inmemiş testiste seminom gelişmiş 23 yaşında bir hasta bildirilmiştir. Kandan alınan kromozomların sitogenetik analizinde 46 XY karyotipi bulundu. Laparoskopide uterus olduğu düşünülen sert bir yapı bulundu. Sağ gonad pelvik duvar içerisinde 10 X 15 mm ebadında, fusiform, solid kitle olarak bulundu. Sol gonad yoktu. Sağ gonadektomi uygulandı. Patoloji atrofik testisten gelişen seminoma sonucu olarak rapor edildi. Hasta 6 MV foton LINAC kullanılarak günde 2 Gy fraksiyon ile toplam 26 Gy ışınlandı. Bu seminoma olgusu operasyon sonrası 7 yıl nüksetmemiş olarak takip edildi.
This is a case of a young woman who had testicular feminization and deveioped a seminoma in an undescended testis. This patient admitted to the gynecology service with the complaint of primary amenorrhea. Cytogenetic analysis of chromoso-mes from blood demonstrated a 46, XY karyotype. At iaparoscopy a strict structure beieived to be uterus was noted. The right gonad was found 10x15 mm in size, solid, fusiform, on the pelvic sidewall. There was no left gonad. The procedure was ter-minated following right gonodectomy. Pathology had reported the result as seminoma deveioped in the atrophic testis. She trea-ted with irradiation lor a total dose of 26 Gy in 2 Gy daily fractions by using 6 İ/İV photons of linear accelerator. No recurrence has been found during the postoperative foiiow-up period of 7 years.

15.İnce Bağırsakta Gastrointestinal Stromal Tümör, Servikal Metastazı: Olgu Sunumu
Vahide Işıl UĞUR, Taciser DEMİRKASIMOĞLU, Ş. Pınar KARA, Bülent KÜÇÜKPLAKÇI, Aytül ÖZGEN, Yeşim ELGİN, Cem MISIRLIOĞLU, Ergun SANRI, Tijen YAPICI, Nadi ÖZDAMAR
Pages 59 - 61
Gastrointestinal stromal tümörler (GIST), gastrointestinal sistemin en sık görülen mezenkimal tümörleridir. KİT (CD117)-pozitifliği ile birlikte diğer bazı histolojik özellikleri ile tanınırlar. En sık 50 yaşından sonra görülürler. Midede %60, jejenum ve İle-umda %30, duodenumda %4-5, rektumda %4, kolon ve apendikste %1-2, özefagusta %1'in altında görülür. Görülme sıklığı milyonda 10-20’dir. GIST’lerde en sık belirti obstrüksiyon veya kanamadır. GIST'lerde primer tedavi cerrahi rezeksiyondur. Radyoterapi ve kemo-terapi genellikle etkisizdir. Postoperatif dönemde takip gereklidir, çünkü komplet cerrahi rezeksiyon sonrasında rekürrenslerin çoğu ilk 2 yılda ortaya çıkar. Sunulan olgu 63 yaşında erkek hasta olup 2003 yılında ince bağırsak kökenli kitlesi öpere edildi. Postoperatif patoloji raporu malign GIST (jejenum) olarak geldi. Adjuvant radyoterapi veya kemoterapi uygulanmadı. Vakamız 4 yıl boyunca sorunsuz takip edildi. Hastamız Ocak 2007 yılında sağ boyunda 3*3 cm sert fikse kitle ile başvurdu, servikal MRI'da servikal 5. vertebra hizasında kitle saptandı. Biyopsi sonucu GIST olarak geldi.
Gastrointestinal (Gl) stromal tumors (GISTs) are the most common mesenchymal tumors specific to the Gl tract, generally defined as KIT (CD117)- positive tumors with a characteristic set of histologic features. These tumors, derived from Cajal cells or their precursors, most commonly occur at the age > 50 years in the stomach (60%), jejenum and ileum (30%), duodenum (4-5%), rectum (4%), colon and appendix (1-2%), and esophagus (< 1%), and rarely as apparent primary extragastrointestinal tumors in the vicinity of stomach or intestines. Their overall incidence has been estimated as 10 to 20 per million. The most frequent complications associated with GISTs are obstructions and hemorrhages. Surgical resection is the primary treatment of GISTs. Radiotherapy and chemotherapy are generally ineffective. Continuous postoperative follow-up is necessary, becouse most recurrences ocur within the fırst 2 years after complete surgical resection. Our case was a 63 years old male patient. He had an operation for an intestinal tumor in October 2003. The histological exa-mination revealed malignant gastrointestinal stromal tumor. He had no radiotherapy and chemotherapy. He had 4 years follovv-up without any problem. İn January 2007, he had a 3*3 cm right cervical mass. Cervical MRI showed a tumor on 5th cervical vertebra. He had a biopsy and its examination revealed gastrointestinal stromal tumor.

16.Kolon Kanseri: Çok Sayıda Nüks ile Takip Nedeniyle Olgu Sunumu
V. Işıl UĞUR, Nadi ÖZDAMAR, Ş. Pınar KARA, Bülent KÜÇÜKPLAKÇI, Aytül ÖZGEN, Ergun SANRI, Taciser DEMİRKASIMOĞLU, Yeşim ELGİN, Cem MISIRLIOĞLU, Tijen YAPICI
Pages 62 - 64
Kolorektal kanserler cilt ve akciğer kanserlerinden sonra en sık görülen kötü huylu tümörlerdir. Erkek ve kadınlarda yaklaşık benzer sıklıkta görülürler. Kolon kanserinde en sık görülen uzak metastaz bölgesi karaciğerdir; bunu akciğerler takip eder, lokal ve bölgesel nüks riski aynı evredeki rektum kanserine göre daha azdır. Kolorektal kanserlerde cilt metastazı nadirdir, genellikle uzak metastaza bağlıdır ve kötü prognoza sahiptir. Sunulan olgu 27 yaşında kadın hasta olup Mayıs 2001 yılında kolon adeno kanseri tanısı ile sağ hemikolektomi uygulanmıştı. 2002 yılında karın cildi metastazı ile başvuran hasta bu tarihten itibaren çok sayıda nükslerle 2007 yılı Şubat ayına kadar takibimizde idi, değişik seyri ve rekürrenslerinde uygulanan cerrahi, kemoterapi ve radyoterapiyi içeren kombine tedavi yaklaşımları ile uzun süreli sağkalım göstermesi nedeniyle olgu olarak sunuldu.
Carcinoma of the colorectum are the third most common malignancy after skin and lung carcinoma. They occur approxima-tely eçually among males and females. The most common site of distant metastatic disease is the liver, follovved by lung. The locoregional failure risk for colonic carcinomas is substantially less than that of eçuivalant rectal cancers. Skin metastases is rarely seen in patients with carcinoma of the colorectum and indicates poor prognosis. Our case was a 27 years old female pati-ent. She had right hemicolectomy on may 2001. She had multiple recurrenses from march 2002 until february 2007. Our case is interresting because of its history and long term survival obtained with agressive therapy approaches consisted of surgery, chemotherapy and radiationtherapy.

17.Karşı İnguinal Lenf Nodunda Metastaz Saptanan Sol Testiste Seminom: Olgu Sunumu
V. Işıl UĞUR, Taciser DEMİRKASIMOĞLU, Ş. Pınar KARA, Bülent KÜÇÜKPLAKÇI, Aytül ÖZGEN, Yeşim ELGİN, Cem MISIRLIOĞLU, Ergun SANRI, Tijen YAPICI, Nadi ÖZDAMAR
Pages 65 - 67
Testis kanserleri genç erkekler arasında en sık görülen malignansıdır. Testis kanserlerinin %95'ten fazlası seminom veya non seminomatöz germ hücreli tümörlerdir. Seminom; daha çok lokalize kalma veya lenf nodlarına yayılma özelliği gösterir. Lenfatik yayılım genellikle sıra takip eder, esas lenfatik drenaj paraaortik ve renal hilus lenf nodlarınadir. Pelvik lenf nodlarına yayılım riski yaklaşık %2’dir. Seminomda aynı taraf veya karşı taraf inguinal bölgeye metastaz da çok nadirdir ve bu durum genellikle daha önce geçirilmiş operasyonların lenfatik drenajı değiştirmesine bağlanır. Sunulan olgu 31 yaşında erkek hasta olup temmuz 2005'te sol testiste kitle tanısı ile sol orşiektomi uygulanmıştı. Patoloji sonucu: klasik tip seminom olarak gelmişti. Hasta ekim 2006'da sağ inguinal lenfadenopati ile başvurdu. Karşı inguinal metastazı nedeni araştırmasında, hastanın anamnezinde 1994’te varikosel nedeniyle operasyon saptandı. Karşı inguinal metastazın geçirilmiş operasyona bağlı lenfatik drenaj trasesi bozulmasına bağlı olabileceği düşünüldü.
Testicular cancer is the most common malignancy among young men. Över 95% of testicular cancers are germ celi tumors, either seminomas or non seminomas. Püre seminoma has a much greater tendency to remain localised or involve only lymph nodes. Seminomas spreads in an orderly fashion, initially to the drainage lymph nodes in the retroperitoneumfparaaortic and renal hilar nodes). Given pelvic reiaps rate is approximately 2%, also ipsilateral or contralateral inguinal lymph node metastases is rare. Historically, it had been thought that previous scrotal violation is associated with a slight increas in inguinal or pelvic lymph node metastases becouse of dissemination of disease through the scrotal wall or altered patterns of lymphatic dissemination caused by interruption of the inguinal lymphatics. Our case was a 31 years oldmale patient. He had left radical inguinal orchiec-tomy with high ligation of spermatic cord for seminoma on July 2005. He had right inguinal lymph node metastases on October 2006. He had a surgery for varicosei in 1994 so we thought his contralateral inguinal lymph node metastases is becouse of the interruption of his lymhatic drainage.

18.Retroperitoneal Gastrointestinal Stromal Tümörlü Olgunun Radyolojik Bulguları Radiographic Findings of Retroperitoneal Gastrointestinal Stromal Tumour
R. Pelin DEMİR, Bilgin Kadri ARIBAŞ
Pages 68 - 69
Gastrointestinal stromal tümörler (GİST) tümörlerinin %3'ünden azını ve tüm sarkomların %6'dan azını oluşturan nadir tümörlerdir. Geçmişte, gastrointestinal traktın mezenkimal tümörleri genellikle leiomyom veya leimoyosarkom olarak sınıflandırılırdı (4-5). Gastrointestinal trakt, mezenter veya omentumdan kaynaklanabilir (1). GİST tipik olarak bağırsak duvarından, genellikle de muskularis propriadan, köken alır. GİST’in genellikle en yaygın görülme yeri mide ve ince bağırsak olmakla beraber nadir olarak diğer bölümlerde de rastlanabilir. Retroperitoneal lokalizasyonu çok azdır
Gastrointestinal stromal tumors (GISTs) are rare, accounting forless than 3% of ali gastrointestinal neoplasms and less than 6% of ali sarcomas (1-3). İn the past, mesenchymal tumors ofthe gastrointestinal tract were usually classified as ieiomyomas or ieiomyosarcomas (4-5). GISTs can originate in the gastrointestinal tract, mesentery, or omentum (1). They typically arise in the bowel wall, usually from the muscularis propria. The most common sites of presentation for GISTs are the stomach and small bowel but rarely other parts. Retroperitoneal localisation is very low (1).

LookUs & Online Makale