ISSN 0304-596X | E-ISSN: 2148-7669
Acta Oncologica Turcica - Acta Oncol Tur.: 40 (1)
Volume: 40  Issue: 1 - 2007
1.Abdominal Basit Kistlerde Perkiitan Skleroterapi: Literatür ve Deneyimlerimiz
Bilgin Kadri ARIBAŞ, Gürbüz DİNGİL, Kamil DOĞAN
Pages 1 - 4
Semptomatik böbrek ve karaciğer basit kist tedavisinde, perkütan ve cerrahi teknikler (eksizyon, unroofing, fenestrasyon gibi) kullanılmaktadır. Perkütan semptomatik basit kist tedavisi, minimal invaziv özelliğinden dolayı cerrahi veya laparoskopik yöntemlerden önce ilk sırada yer almaktadır. Perkütan yöntemlerden tek başına aspirasyonda, canlı kist duvarı nedeniyle kist sıvısı genellikle tekrar birikir. Bu nedenle tedavi amaçlı kist içine sklerozan madde (en sık kullanılanı alkol) verilmelidir, işlem abdominal kistlerde; iğne veya kateter yöntemleriyle, tek veya çok seanslı, ultrasonografi veya bilgisayarlı tomografi eşliğinde, çeşitli tekniklerle ve yüksek başarıyla küratif olarak gerçekleştirilmektedir.
Surgical (e.g., excision, unroofing, fenestration) and percutaneous methods have been used in treatment of symptomatic simple renal and liver cysts. Percutaneous treatment of symptomatic simple cysts forms the first-line treatment modality before surgical and laparoscopic methods because of its minimally invasive nature. Of percutaneous methods in simple aspiration, the cyst fluid almost always reaccumuiates because of viable cyst wall. Sderosing agent, of which the most wideiy used is alcohol, must be given into cyst for treatment. The procedure with needle or catheter methods, single or muiti-session, US- or CT-guided, of various techniçues has been curativety performed with high success.

2.Servikal Kanser Kontrolünde Human Papilloma Virüs İnfeksiyonlarına Karşı Aşılama
Jale METİNDİR
Pages 5 - 10
Serviks kanseri, dünyada kadınları etkileyen kanserler içinde 2. sırada yer alarak hâlâ önemli bir halk sağlığı problemini oluşturmaktadır. Son yıllarda, serviks kanserinin epidemiyolojisi ve onkojenik human papilloma virüsün (HPV) rolüne dair bilgilerimizde belirgin gelişmeler olmuştur. Bu bilimsel gelişmelere rağmen, sen/iks kanseri dünyada yıkıcı etkisini sürdürmektedir. Her yıl 400.000 kadında serviks kanseri gelişirken, 200.000 kadın bu hastalıktan ölmektedir. Son 50 yıl içinde yüksek gelişmişlik düzeyindeki ülkelerde Papanicoiau sitoloji test ile yapılan yaygın taramalar, serviks kanser zararını dörtte üç oranında azaltmıştır. Bununla beraber, gelişmekte olan ülkelerde servikal kanser için tarama programları ile serviks kanser hızındaki düşüş istenilen düzeyde olmamıştır. HPV ve servikal kanser arasındaki ilişkinin gösterilmesi, hastalıkta görülen en yaygın HPV tiplerine karşı profilaktik aşı araştırmalarına ivme kazandırmıştır. HPV 16 ve 18’i içeren L1 virüs benzeri aşıların, sen/iks kanserine sebep olan infeksiyonların en az %90'ını önlediği gösterilmiştir. Farklı onkojenik HPV tiplerine karşı daha geniş Faz III çalışmalar devam etmektedir. Onkojenik HPV tiplerinin primer önlenmesinde aşılama ve sekonder korumada servikal sitoloji taramasının bir arada kullanıldığı stratejiler invaziv serviks kanserinden ölümleri azaltacaktır. Ancak aşının insan sağlığı üzerine etkileri, etkinlik-mali-yet analizi, aşılama için en uygun yaş ve koruma süresinin tanımlanmasına ihtiyaç olacaktır.
Cervical cancer is the second most common malignant neoplasm affecting women woridwide that remains an important pub-lic health. İn the past several years, there have been substantial advances in our understanding of the epidemiology of cervical carcinogenesis and the causal role of oncogenic human papillomavirus (HPV). Despite this scientific progress, cervical cancer continues to have a devastating impact on women worldwide, with an estimated 400.000 women deveioping cervical cancer and 200.000 dying from this disease each year. VVİdespread programmatic or opportunistic screening with the Papanicoiau cytoiogy tecnique has likely contributed to reducing about three-fourths of the cervical cancer burden in high-income countries during the last 50 years. However, in deveioping countries that have not implemented screening programmes for cervical cancer, the effect of a drop in rates of cervical cancer. Establishment of the link between HPV and cervical cancer has provided the impetus for re-search into prophylactic vaccination against the most common HPV types associated with the disease. Initial studies have provided evidence that L1 virus-like partcle vaccines against HPV 16 and HPV 18 (as monovaient, bivalent, or quadrivalent vacci-nes) prevent at least 90% of incident and persistent infections and their associated precursors of cervical cancer. Larger phase ili trials of vaccines targeted against different oncogenic HPV types are unden/vay. A combined strategy of vaccination for pri-mary prevention of oncogenic HPV infection and cervical cytologic screening for secondary prevention of cervical cancer offers an intriguing option to further reduce the mortality from invasive cervical cancer. Hovvever, such implementation will need defini-tion of the vaccine’s effect on public health, cost-effectiveness, the optimum age for vaccination, and the duration of protection.

3.SB Ankara Onkoloji Hastanesinde İdrar Örneklerinden Elde Edilen Escherichia coli Suçlarında Siprofloksasin Direncinin Retrospektif Değerlendirilmesi
Ece BİLEN DİRİM, Kamuran SAYILIR, Gülşen İSKENDER, Sama BATI, M. Cihat OĞAN, Ayla YENİGÜN, Müfide ÇİMENTEPE
Pages 11 - 13
Bu çalışma, 1 Ocak 2004-31 Aralık 2004 tarihleri arasında SB Ankara Onkoloji Hastanesi Mikrobiyoloji Laboratuvarına gelen idrar örneklerinden izole edilen Escherichia coli bakterilerinin siprofloksasin direncini retrospektif olarak değerlendirmeyi amaçlamıştır. İdrar örneklerinden rutin mikrobiyolojik yöntemlerle E. coli izolasyonu yapılmış ve duyarlılıkları NCCLS önerilerine uygun olarak disk difüzyon yöntemiyle araştırılmıştır. Çalışma kapsamına alman 231 E. coli suşunun 51 (%22.7)’inde siprofloksasin direnci saptanmıştır. Florokinolonlardan olan siprofloksasin geniş spektrumlu antibakteriyel bir ajan olup özellikle gram-negatif bakterilerle oluşan üriner sistem infeksiyonlarının tedavisinde sık kullanılmaktadır. Son yıllarda Amerika Birleşik Devletleri, Avrupa ve ülkemizdeki yayınlarda klinik izolatlara karşı siprofloksasin aktivitesinin giderek azaldığı belirtilmektedir. Toplum ve hastane kökenli infeksiyonların sık rastlanılan etkenlerinden biri olan E. coli’de siprofloksasine duyarlılığın düzenli olarak saptanması, bu grup antibiyotiklerin doğru ve yerinde kullanılması ile terapötik etkilerinin devamlılığının sağlanması gerektiği kaçınılmaz bir gerçektir.
İn this retrospective study tve evaluated ciprofloxacin resistance in Escherichia coli isolated from urine cultures (January 2004 through December 2004). İn microbiologic Identification and susceptibility testing we used Standard culture metodes and NCCLS guideline. From 231 E. coli isolated from urine cultures, 51 isolates (22.7%) were found to be resistant against ciprofloxacin. Ciprofloxacin is an expanded spectrum quinolone that is used frequently in the treatment of urinary tract infections caused by gram-negative bacilli such as E. coli. İn recent years there is an increasing reports of ciprofloxacin resistance in United States of America, Europe and in our country. E. coli is one of the most frequent causative agents in community and hospital acquired infections, because of this ciprofloxacin susceptibility testing should be performed routinely in isolated E. coli in order to correct and effective antimicrobial use in clinical setting.

4.Pankreas Kanserli Hastalarımızın Genel Özellikleri ve Sağkalım Sonuçları
Vahide Işıl UĞUR, Nadi ÖZDAMAR, Şakire Pınar KARA, Bülent KÜÇÜKPLAKÇI, Yeşim ELGİN, Cem MISIRLIOĞLU, Aytül ÖZGEN, Ergun SANRI, Tijen YÖRÜKOĞLU, Taciser DEMİRKASIMOĞLU
Pages 14 - 18
Ankara Onkoloji Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Kliniğine 1 Ocak 2000-31 Aralık 2005 tarihleri arasında başvuran 43 pankreas kanserli hasta retrospektif olarak değerlendirildi. Hastalar; genel özellikleri ve sağkalım sonuçlan açısından incelendi. Hastaların median yaşı 56 (min 38-maks 78 ), erkek/kadın oranı 3.3/1 olarak bulundu. En sık rastlanan tümör histopatolojisi adenokarsinom idi. Kliniğimize en çok T3 ve T4 hastalar başvurmuştu. Tümör en çok pankreas başında lokalize idi. Kırk üç hastanın 21’i öpere, 22’si inopere idi. inopere olanlardan 9’u paiyatif, 9’u küratif amaçla ışınlanmıştı. Tüm grupta 1, 2, 3 yıllık sağkalımlar sırasıyla %56, %34, %20 ve median sağkalım 14 ay olarak bulundu. Pankreas kanserinin tedavisinde yeni tedavi yaklaşımlarına gerek olduğu sonucuna ulaşıldı.
Fourty-three patients with pancreatic cancer treated at Radiation Oncology Department of Ankara Oncology Hospital between January 2000-December 2005 were revieved retrospectively. Median age of the patients were 56 (betvveen 38 and 78). Male/female ratio was 3.3/1. Adenocarcinoma was the most common histology. Most ofthem were T3 or T4 tumors. Head of the pancreas was the most common site. Twenty-one patients were operated, 22 patients were inoperable. Among inoperabie patients 9 of them were irradiated for curative purpose, 9 were irradiated for paliation. Overall 1, 2, 3 years survival rates were 56%, 34%, 20% respectively and the median survival time was 14 months. İn conciusion, pancreatic cancer has a poor prognosis and there is a need for new treatment modalities.

5.Büyük Kommissür ve Alt Dudak Defekt Rekonstrüksiyonunda Zisser ve Bernard-Burovv Flep Modifikasyonu
İbrahim KESKİNÖZ, Mehmet TURANLI, Üstün OSMA, İskender Emre İNAN, Caner KILIÇ, Kadir FIRAT, Nalan Alev ALP
Pages 19 - 22
Alt dudak ve kommissür kanseri nedeniyle yapılan rezeksiyon sonrası geniş defekti olan 2 olgu lokal Heplerle rekonstrük-te edildi. Birinci olguda modifiye Bernard-Burovv yöntemi yanında lokal rotasyon flebi uygulandı. İkinci olguda Zisser flebi modi-fiye edilerek uygulandı. Birinci olguda karşı yanak cildi alt dudak oluşturulmasında kullanıldı. Üst dudak kalıntısının alt dudağa primer sütürasyonu yerine defekt tarafında oluşturulan nasolabial rotasyonel fleple rekonstrüksiyon yapıldı. Bu cerrahi müdahaleler uygun oral açıklığın oluşmasını sağladı, ikinci olguda Zisser flebinin oluşturulması sırasında horizontal ve vertikal insizyo-nun meydana getirmiş olduğu olumsuzluklar Z-Plasti ile düzeltildi. Rekonstrüksiyonu büyük zorluklar arz eden geniş kommissür ve alt dudak defektlerinde uygun seçimle Bernard-Burovv ve Zisser gibi tekniklerin modifikasyonlarla uygulanması daha iyi sonuçlar vereceği düşünülmektedir.
After resection, because of lovver lip and commissure carcinoma, two cases were reconstructed by local flaps. İn the first case, in addition to modified Bernard-Burovv method, local rotation flap was applied. İn the second case, the modified Zisser flap was applied. İn the former case, the opposite cheek skin vvas used in order to make a lovver lip. Instead of the primer sutu-ration of upper lip remnant and lovver lip, the reconstruction of the defected area through nasolabial rotation flap vvas perfor-med. These surgical procedures lead to an appropriate oral entery. İn the latter case, the problems occured because of horizontal and vertical incision during the Zisser flap procedure were reconstructed by Z-plasty. İt is considered that better results can be accomplished when the modified Bernard-Burovv and Zisser methods were used in the cases which the reconstruction seems difficult t o be applied in large commissure and lovver lip defects.

6.Osteosarkomda Cerrahi Tedavi Sonuçlarımız
Murat ARIKAN, Erdal METİN, Şafak GÜNGÖR, Yaman KARAKOÇ, Deniz GÜRLER, Bülent İNCE
Pages 23 - 26
Bu çalışmada Ankara Onkoloji Hastanesi Ortopedi ve Travmatoloji Kliniğinde Ocak 1993-Ocak 2007 tarihleri arasında osteosarkom tanısı almış ve cerrahi tedavisi uygulanmış olan yaş ortalaması 20,9 (4-75 yaş), 112 (%60.9)’si erkek, 72 (%39.1)’i kadın toplam 184 hasta çalışmaya dahil edilmiştir. Hastalara ilişkin veriler retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Hastaların %60'ı 11-20 yaş genç gruptu, %64.7’si diz çevresi (%41.8’i femur distal ve %23.9’u tibia proksimal) yerleşimliydi, %82.1'i ile klasik osteosarkom en sık rastlanan tiptir. Hastalar Enneking cerrahi evreleme sistemine göre değerlendirildi ve tam anında %73.9 ile Evre 2B olduğu görüldü. Hastaların %81.5’i öpere edildi. Bu hastalardan %68.5'inde ekstremite koruyucu cerrahi, %31.5'inde amputasyon uygulandı, %4’ünde nüks izlendi. Hastaların %52.7'si öldü, %47.3’ünün takibi devam etmektedir.
Osteosarcoma is a highly malignant bone tumor especially in the paediatric population with a high rate of lung metastases. İn this paper we reported the surgical follow up and results of 184 osteosarcoma patients follovv up and surgical results with a mean age of 20.9 (4-75 years). 112 male (60.9%) and 72 female (39.1%) patients were reported in this study. The data about the patients were analyzed retrospectively, 60% of the patients were included in the paediatric and adelascant age group (1120) years. 64.7% of the cases were located around knee 64.7% (41.8% distal femora and 23.9% proximal tibia). Conventional osteosarcoma vvas the most commonly reported histopathologic variant with an ratio of 82.1%. Patients vvere evaiuated according to Enneking surgical classification System and 73.9% of the patients ıvere in stage 2B in the initial diagnosis. We performed surgical procedure to 81.5% of patients and limb soluage procedure was preferred in 68.5% of them and we performed amputation to 31.5%. we reported a 4% relaps and a 52.7% of exitus ratio in our group.

7.Rektus Kılıfı Hematomu: Olgu Sunumu
Haluk ULUCANLAR, Oğuz TARCAN, Suat KUTUN, Ahmet SEKİ, Abdullah DEMİR, Abdullah ÇETİN
Pages 27 - 29
Rektus kas kılıfı hematomları nadir görülmekte olup, epigastrik damar yırtılması ya da rektus kas kılıfının yırtılması sonucu oluşmaktadır. Karın içi tümöral kitleler ve özellikle de infeksiyon sonucu gelişen koleksiyonlar ile sıklıkla karışabilmektedirler. Kırk altı yaşında kadın hasta bulantı, kusma, ateş ve karın ağrısı şikayetleriyle kliniğimize başvurdu. Fizik muayenede karın sağ üst kadrandan başlayan ve pelvise kadar uzanım gösteren dev, ağrılı kitle, göbek çevresinde ekimoz ve subikter mevcuttu. Kan tetkiki sonucunda lökosit 18.000/mm3, karaciğer enzimleri yüksek bulundu. Hastaya yapılan abdominal ultrasonografi tetkikinde kitle tarif edildi, fakat kesin tanı konulamadı. Bunun üzerine abdominal bilgisayarlı tomografi yapılan hastamıza kitle tarif edilerek rektus kılıfı kanaması sonucunda gelişmiş hematom ve aktif kanama odakları tespit edildi. Hastaya klinikte yatarak takip, kan transfüzyonu, antibiyotik, analjezik desteği uygulandı. Genel durumu düzelen hasta 7. gün taburcu edildi. Kırk beş gün sonra yapılan karın tomografisinde kitlenin %50 oranında rezorbe olduğu tespit edildi. Rektus kılıfı hematomlarında, özellikle yüksek risk taşıyan hasta grubunda cerrahi yaklaşımlar ciddi morbidite ve mortalite artmasına neden olmaktadır. Bu sebeple hastalara konservatif yaklaşım uygun tedavi seçeneğidir. Kesin tanıda tomografi ultrasonografiye göre daha başarılıdır.
Hematoma in rectus sheath is a rare condition; and occurs due to a tear of the epigastric artery or the rectus sheath. İt can be misdiagnosed as an intraabdominal tumor or collection secondary to an infection. A 46 year-old woman vvas presented with nausea, vomiting, fever and abdominal pain. Her physical examination revealed a huge abdominal mass located at the right upper çuadrant and extending down to pelvis. Abdominal ultrasound described the mass. Hematoma of the right rectus muscle containing active bleeding foci vvas diagnosed via computerized tomography. This patient vvas treated in the ward and discharged at 7fh day. Follow-up tomography at the 45th day shovved that 50% of the mass has been resorbed.

8.Orofarengeal Uzanımlı Parafarengeal Lenfanjiyoma Olgusu
Mehmet TURANLI
Pages 30 - 32
Lenfanjiyomların tanı ve tedavisi bulunduğu yere göre zorluk arz eder. Bir yıldır yutma sırasında ağrı ve beslenme zorluğu ve boyun sol tarafında şişlik nedeniyle başvuran 38 yaşındaki kadın hastanın yapılan muayenesinde sol lateral orofarengeal duvardan orofarenks içine uzanan, normal mukoza ile örtülü kitle ve solda angulus mandibula altından hiyoid kemiğe kadar uzanan sınırları net ayırt edilemeyen kitle lezyon tespit edildi. Lezyon transservikal eksplore edilerek ana karotis arter bifurkasiyo-nundan stiloid çıkıntıya uzanan kistik kitle total eksize edildi. Orofarengeal kitlelerin ayırıcı tanısında lenfanjiyom akılda bulundurulmalıdır. Detaylı preoperatif inceleme ve dikkatli cerrahi ile komşu büyük damarsal yapılar korunarak komplet rezeksiyon sağlanabilir.
The diagnosis and treatment of lymphangiomas may be difficult according to their localization. 38 year old woman compla-ining from a mass on the left side of her neck causing pain during swallowing and difficulty in feeding vvas determinated. Her physical examination shovved a mass bulging from her left lateral oropharyngeal wall covering with normal mucosa and an un-remarkable margined mass under her left mandible extending through the hyoid bone. The lesion explored by transcervical ap-roach and a cystic lesion extended from the carotid bifurcation through the styloid process adjacent to carotid arteries, internal jugular vein and cranial nerves vvas observed and removed totally. Lymphangioma should be reminded in differential diagnosis of oropharyngeal masses and complete removal of the lesion with preserving adjacent vessels could be performed by meticulo-us evaluation and intraoperative management.

9.Subungual Ekzostoz: Olgu Sunumu
Ataç KARAKAŞ, Deniz GÜRLER, Burak ATALAY, Murat ARIKAN, Yaman KARAKOÇ, Şafak GÜNGÖR, Fisun ARDIÇ YÜKRÜK
Pages 33 - 36
Subungual ekzostos benign, gelişimi sıklıkla edinsel olan, ayak distal falanks dorsal medial yüzde görülen ağrılı soliter bir tümördür. Subungual osteokondromu önemli kılan, birçok olguda başlangıçta yanlış tanı konmasıdır. Osteokondromanın bir varyantıdır. Çoğunlukla ayak parmaklarında oluşur. En sık olarak da ayak birinci parmağında oluşur. Sol ayak baş parmağında 1 yıldır var olan kitle ve ağrı şikayetiyle başvuran 9 yaşındaki erkek hastada, yapılan radyolojik ve histopatolojik incelemeler sonucu subungual ekzostoz tanısı konuldu. Tümör falanks kortikal yüzeyinden zemini ile birlikte tümüyle çıkarıldı. Hastanın 9 aylık izleminde nüks veya malign transformasyon gözlenmedi. Subungual ekzostozun klinik olarak diğer benign kemik tümörleri ve lezyonları ile epidermoid karsinom gibi malign tümörlerle de karışabileceği unutulmamalıdır. Subungual ekzostozda kesin tanı ve cerrahi tedavi önemlidir.
Subungual exostosis is an acquired, benign often painful and nearly always solitary bone tumor usually occuring in the dorsal medial aspect of the phalanges. The exact diagnosis is challenging because many cases are initially misdiagnosed. It’s a variant of osteochondroma. A 9 year old male patient presented with a progressively enlarging mass and pain that developed över 1 years in the medial aspect of the left first toe. Conventional radiographs and histopathologic findings shovved subungual exostosis. Complete removal of the tumor vvas performed including its base of in the cortex of the phalanx. No reccurence and malign transformation vvas observed during a follow-up of 9 months. İt vvas emphasized that clinical presentation of subungual exostosis may resembie other benign or malignant bone tumors. The exact diagnosis and surgical treatment is the most important for the subungual exostosis.

10.Kemik Tutulumu ve Kraniai Metastazı Olan Bir Lenfoma Olgusu
Turgay FEN, Başak GÖREN
Pages 37 - 40
Elli üç yaşında erkek hastaya splenektomi ile yüksek dereceli malign lenfoma tanısı kondu. Batın bilgisayarlı (BT) tomografi tetkikinde batında değişik büyüklüklerde ienfadenopati saptandı. Pelvik kemiklerde litik lezyonlar görüldü. Kemik iliği aspirasyon ve biyopsisi normal bulundu. Altı kür CNOP kemoterapisi verildi. Kemoterapi sonrası batın lenf bezleri kayboldu fakat tora-kal-lomber-pelvik kemiklerde manyetik rezonans görüntüleme (MRG) ile litik lezyonların devam ettiği görüldü. Üç kür MİNE kemoterapisi verildi. Litik lezyonlarda %20-25 azalma görüldü. Baş ağrısı, baş dönmesi nedeniyle kraniai BT çekildi, kraniai tutulum olduğu görüldü, radyoterapi uygulandı. Bir ay sonra çekilen kraniai MRG’de halen tutulum olduğu görüldü. Dördüncü kür MİNE verildi. Bel ağrıları, bacaklarda kuvvet ve his kaybı nedeni ile torakal, lomber MRG çekildi. Spinal tutulum görüldü. Lomber radyoterapi başlandı. Düzelme görülmedi. Lenfomalarda kemik iliği tutulumu olmadan sadece kemik metastazı çok nadir olgularda görülmekte ve prognozu kötü seyretmektedir.
A fifty three year old male patient vvas diagnosed as high grade malignant lymphoma with splenectomy. Lymphadenopathy with various sizes were seen in abdomen computerized tomography (CT). Lytic lesions were seen at pelvic bones. Bone mar-row aspiration and biopsy vvas normal. Six cycles of CNOP chemotherapy were given. Abdomen lymphadenopathies disappe-ared after chemotherapy, but lytic lesions were stili observed in thoracall-omber-pelvic bones with magnetic resonance imaging (MRI). Three cycles of MİNE chemotherapy vvas given. 20-25% regression in lytic lesions were seen. CT vvas taken because of headache and vertigo. There vvas stili ınvolvement in cranial MRI vvhich vvas taken after a month. Fourth cycle of MİNE vvas given. Repeated bone marrovv aspiration and biopsy vvas normal. Because of backpain, losing of povver and sensation, thoracal lomber MRI vvas repeated. Spinal involvements were seen. Lomber radiotherapy vvas started. Remission could not be achieved and the patient detoriated rapidly. The only bone metastasis vvithout bone marrovv Involvement is seen rarely in lymphomas and its clinical course is bad.

11.Inkarserasyonsuz Littre Fıtığının intraoperatif Tanı ve Tedavisi
Atilla ŞENAYLI, Yeşim ŞENAYLI, Engin SEZER, Taner SEZER
Pages 41 - 43
Littre hernisi Meckel divertikülünün inguinal, umbilikal, femoral, ventrai, siatik ve lumbar bölgelerinden birinde bulunan fıtık kesesine yerleşmesi ile oluşur. Littre hernisinin kasık fıtığında olması ender bir durumdur ve inkarserasyon olmadan tespit edilmesi ise en az görülen şeklidir. En önemli sorun ameliyat sırasında bu ender durum ile karşılaşıldığında tedavinin şeklini planlamaktır. Segmentai ileum rezeksiyonu uygulanmıştır ve ameliyattan sonraki 3. günde hasta taburcu edilmiştir. Bu yazıda ender görülen bir oluşum rapor edilmiştir ve literatür ışığında tedavi yöntemi tartışılmıştır.
Littre's hernia is characterized by Meckel’s diverticulum in a hernia sac located in one of the inguinal, umbilical, femoral, ven-trai, sciatic and lumbar regions. Littre’s hernia defined within inguinal hernia is a rare entity and defining an inguinal Littre’s hernia without incarceration is the rarest. The majör problem in the subject is defining the treatment when this rarest situation is diagnosed during the operation. \A/e performed segmentai ileum resection and discharged the patient in the postoperative third day. İn this report defined this rare formation and discussed our way of treatment in the light of the literatüre.

12.Spontan İyileşen Akut Apandisit
Berat ACU, Atilla ŞENAYLI, Ülkü BEKAR, Fevzi ATASEVEN
Pages 44 - 47
Spontan iyileşen apandisiti tanımlayan klinik ve radyolojik yazılar vardır. Diğer taraftan, bu konu ile ilgili hala kararsızlıklar vardır. En önemli kararsızlıklardan biri ise spontan iyileşmenin klinik bulgularını gösteren akut apandisitte tedavi şeklinin ne olacağıdır. Orta şiddette sağ alt kadran karın ağrısı olan bir hasta rapor edilmiştir. Ultrason bulgularımız apandisit ile uyumlu idi; ancak klinik korelasyonu yoktu. Hasta sadece takip edilmiştir, fakat bu süreç içinde ameliyat ve konservatif tedavi arasında kararsız kalınmıştır. Bu yazıda, spontan iyileşen apandisitin varlığı vurgulanmıştır ve gelecekte spontan iyileşen apandisit kiliniği ile gelen bir hastanın konservatif tedavi gibi ameliyat dışı koruyucu mekanizmaların kullanılabileceğini vurgulanmıştır.
There vvere clinical and radiological reports declaring spontaneous resolving appendicitis. On the other hand, there have stili been controversies in this subject. One of the majör controversies is the way of treatment vvhen acute appendicitis is detected reminding the clinical findings of spontaneous resolving. We reported a patient vvith a mild right lovver quadrant abdominal pain. Our uitrasonographic findings vvere iike appendicitis but as she did not have clinical correlation. We only follovv up the patient but vve experienced the surgical dilemma including the operation or conservative treatment. İn this report, vve emphasized the real-ity of spontaneous resolving appendicitis and vve tried to strengthen the possibie salvage mechanism İike conservative treatment other than surgery, for a patient who may be admitted vvith spontaneous resolving appendicitis clinics in the future.

13.Dev Renal Anjiomyolipoma Rüptürü
Bige SAYIN, Nilgün YILDIRIM, Doğan DEDE, Gülşah KABAÇAM, Perihan SOYDİNÇ, Sevinç BOSTANOĞLU
Pages 48 - 51
Anjiomyolipoma renal tümörlerin yaklaşık %5’ini oluşturur. Benign karekterde olduklarından, tanı konmadan önce büyük boyutlara ulaşabilirler. 4 cm’den küçük lezyonlar çoğunlukla asemptomatiktir. 4 cm’den büyük lezyonlarda intratümöral ya da peri-nefritik hemoraji riski artar ve lezyon semptomatik hale gelebilir. Tedavi yaklaşımları, tümörün boyutuna ve komplikasyonlarına bağlı değişir. Ultrasonografi ve bilgisayarlı tomografi, kitlenin boyutu, iç yapısı ve komplikasyonlarının değerlendirilmesinde, böylelikle böbrek koruyucu cerrahi yaklaşımlara yön vermesinde değerlidir. Burada, kanamalı dev renal anjiomyolipomanın radyolojik bulguları sunulmaktdır. Hastada tüberoz skleroz ile uyumlu klinik ve radyolojik bulgular bulunmamaktadır.
Angiomyolipomas form approximately 5% of renal tumors. Because of their benign character, they may reach extensive sizes before the diagnosis. They are usually asymptomatic if the tumor size is less than 4 cm. İn angiomyolipomas greater than 4 cm, there is an increased risk of intratümöral or perinephritic hemorrage and patients may become symptomatic. Therapeutic app-roach, differs vvith respect to size of the tumor and complications. Ultrasonography (US) and computed tomography (CT) are important in evaluating the tumor size, internal structure of tumor and complications. İn that way, nephron sparing surgery can be planned. Herein, we report the radiological findings of a patient vvith giant hemorrhagic renal angiomyolipoma. The patient did not have clinical and radiological signs of tuberosclerosis.

LookUs & Online Makale