ISSN 0304-596X | E-ISSN: 2148-7669
Acta Oncologica Turcica - Acta Oncol Tur.: 46 (1)
Volume: 46  Issue: 1 - 2013
ORIGINAL ARTICLE
1.Analysis of Second Primary Lung Cancers Developed Following Different System Tumors
Çiğdem Özdilekcan, Sevim Turanlı, Necla Songür, Hüseyin Çakmak
doi: 10.5505/aot.2013.36844  Pages 1 - 7
AMAÇ: Bu çalışmada farklı sistem malignitelerine sekonder olarak gelişen akciğer tümörlerin klinik özellikleri ve primer tümörle olan ilişkilerinin araştırılması amaçlandı.
YÖNTEMLER: 2002-2010 yılları arasında takipleri sırasında ikinci primer kanser tanısı alan otuz hasta çalışmaya dahil edildi. Hastalar, akciğer kanseri gelişme sürelerine göre senkron (n: 7 hasta, %16,7)ve metakron (N.23 Hasta, %83,3) grup olarak iki grupta değerlendirildi.
BULGULAR: Hastaların %50sinde ilk 2.5 yıl içinde ikinci primer kanser saptandı. Hastaların çoğunluğunun (%43.3) akrabalarında ekstra pulmoner kanser öyküsü vardı. Akciğer kanseri tanısı konulan hastalardan %50sinde sigarayı bırakma, %30unda aktif içici ve %20sinde hiç sigara kullanmamış olma öyküsü vardı. Primer kanser ile ilgili yapılan tedaviye yanıt ve ikincil gelişen kanserin süresi arasında istatistiksel olarak anlamlı bir ilişki saptanmadı (p=0.36).Grupların tamamında sağ kalım süresi 24 ay senkron grupta, 12 ay metakron grupta belirlendi.
SONUÇ: Primer hastalıktan sonra özellikle ilk 2.5 yıl içinde yakın takip ve hastalara sigara içiciliğinin bıraktırılmasının teşvik edilmesi önem taşımaktadır.
OBJECTIVE: This study aimed to investigate clinical characteristics and prognosis of secondarily developed lung tumors in the cases having different system malignancy and to evaluate the relationship with the primary tumor.
METHODS: Between January 2002- December 2010 thirty patients diagnosed as second primary lung cancer have been included in the study. The patients were grouped according to lung cancer development time; synchronous group (n: 7 patients, 16.7%) and metachronous group (n: 23 patients, 83.3%).
RESULTS: Second cancer was detected in 50% of the patients within the first 2.5 years. Majority of patients had extra pulmonary cancer history concerning their relatives (43.3%). The rate of quitting smoking among all patients before the diagnosis of lung cancer was 50 %, current smoker rate was 30 % and never smoker was 20%. There was no statistical relationship between the response to treatment of first cancer and the duration of cancer developed secondarily (p=0.36). The overall survival of groups was found 24 months (95% confidence interval: 18.30 months) and 12 months (95% confidence interval: 10-14 months) respectively for synchronous and metachronous groups.
CONCLUSION: Close follow-up on pulmonary system especially within the first 2.5 years after primary disease and encouragement on quitting smoking is important.

2.Liposarcoma of The Lower Extremity: A Single Center Experience of 59 Patients
Abdullah Merter, Mahmut Kalem, Kerem Başarır, Yusuf Yıldız, Yener Sağlık
doi: 10.5505/aot.2013.76376  Pages 8 - 11
AMAÇ: Bu çalışmada alt ekstremite liposarkomları hakkında bilgi vermek,tedavi yönetimi ve hastaların ortalam yaşam süreleri hakkında klinik tecrübelerimizin paylaşılması amaçlanmıştır.
YÖNTEMLER: Retrospektif bir çalışmadır.1986-2010 yılları arasında minimum takip süresi 5 yıl ve daha fazla olan 59 hastanın dosyaları ve radyolojik görünütleri incelenmiştir.
BULGULAR: Bizim çalışmamızda literatürün aksine en sık görülen liposarkom alttipi miksoid liposarkom oalrak belirlenmiştir. Low grade liposarkom olan 10 hasta sadece marginal rezeksiyon ile tedavi edilip nüks izlenmemiştir. Hiçbir hastaya neoadjuvan radyoterapi verilmemiştir. Adjuvan Radyoterapi ise intermediate grade ve high grade liposarkom olan diğer 49 hastaya verilmiştir. High grade liposarkom olan 4 hastada akciğer metastazı gözlenmiştir. Miksoid lposarkom olan 2 hastada ise ekstremite metastazı gözlenmiştir.
SONUÇ: Miksoid liposarkom alttipinin kliniğimizde en fazla oranda görülmesinin sebebinin, low grade liposarkomların lipom gibi birçok kinikte tedavisinin yapılması olarak düşünüyoruz. Neoadjuvan radyoterapinin cerrahiyi tedaviyi zorlaştırabileceğinden verilmemiştir. Nükslerin çoğunlukla ilk 2 yıl içinde görülmektedir bundan dolayı ilk 2 yıl boyunca hastaların sıkı takip edilmelidir.
OBJECTIVE: The purpose of this study is to give the information on the outcome, management and survivability of patients with low extremity liposarcoma.
METHODS: This study is a retrospective study. All the patients were seen and managed between 1986 and 2010. Their records were retrieved and analyzed for this study. Fiftynine cases were identified to have the follow up of minimum 5 years and complete documentation.
RESULTS: In our study, the most common variant of the liposarcom is mixoid liposarcoma in spite of literature. Ten patients who have low grade liposarcom were treated with marginal resection. Recurrence wasn’t observed. We didn’t perform neoadjuvant radiotherapy. Two patients who have high grade liposarcoma underwent neoadjuvant chemotherapy. Adjuvant radiotherapy was given 49 patient who have intermediate or high grade liposarcoma. Four patients who have high grade liposarcoma were presented with lung metastases. Two patients who have myxoid liposarcoma were presented with extremity metastates.
CONCLUSION: We thought that, low grade liposarcomas had been treated at other small clinics as lipom so in our series the myxoid liposarcoma is the most common subtype. Neoadjuvant radiotherapy can get difficult surgery done. Recurrence usually was presented in two years after first surgery. So patients must be followed frequently during two years.

3.Surgical Treatment Results of Lower Eyelid Ectropion
Nazire Terzi, Rahmi Duman, Ceyda Başkan, Mehmet Balcı, Sibel Özdoğan
doi: 10.5505/aot.2013.78941  Pages 12 - 16
AMAÇ: Bu çalışmada alt göz kapağına ektropiyon nedeniyle cerrahi tedavi uyguladığımız hastalardaki sonuçlarımızı değerlendirmek amaçlandı.
YÖNTEMLER: Ağustos 2008 ve Haziran 2011 yılları arasında kliniğimizde ektropiyon operasyonu uygulanmış 28 hastanın kayıtları retrospektif olarak tarandı. Hastaların yaşı, cinsiyeti, cerrahi öncesi ve sonrası görme keskinliği, ektropiyonun derecesi kaydedildi. Uygulanan cerrahi teknik, cerrahi sonrası tedaviler ve cerrahiye bağlı oluşan komplikasyonlar not edildi.
BULGULAR: Çalışmaya Ankara Onkoloji Hastanesi Göz Hastalıkları Bölümünde ektropiyon cerrahisi uygulanmış 28 hasta alındı. Bu hastaların 18’i erkek, 10’u kadındı. Ortalama yaş 63,2 yıl olup 31 ile 81 arasında yaş dağılımı değişmekteydi. Hastaların ortalama takip süresi 14 (7–22) aydı. 28 Hastanın 10'u sağ alt göz kapağı, 11'i sol alt göz kapağı, 7'si bilateral alt göz kapağından opere edildi. Ektropiyon etyolojisinde sırasıyla involüsyonel (n=17), skatrisyel (n=7), mekanik (n=4) faktörler yer almaktaydı. İnvolüsyonel ektropiyon olgularında Kuhnt-Szymanowski tekniğinin Smith modifikasyonu, skatrisiyel ektropiyon olgularında vertikal uzatma (cilt grefti veya lokal fleple ile), mekanik ektropiyon olgularımızda ise mukozal greft ve yanak veya alın rotasyon flebi ile kombine onarım yapıldı.
SONUÇ: Kliniğimizde ektropiyon cerrahisi genellikle involüsyonel sebeplerle uygulandı. İnvolüsyonel sebeplerle oluşan ektropiyon cerrhisinde Kuhnt-Szymanowski tekniğinin Smith modifikasyonu ile başarı oranının çok yüksek olduğu saptandı. Alt göz kapakları, fonksiyonel olarak göz küresini korumaları yanında, estetik olarak da önemli yapılardır bu yüzden deformitelerinin onarımları titiz bir çalışmayı gerektirdiği unutulmamalıdır.
OBJECTIVE: We tried to evaluate the results of the patients that had inferior eye lid ectropium surgery.
METHODS: The records of 28 patients that had ectropium surgery in our clinic between August 2008 ve June 2011 were examined retrospectively. The age, gender, visual acuity before and after surgery and the grade of the ectropium were recorded. The performed surgical method, applied treatments after surgery and the complications due to surgery were all noted.
RESULTS: 28 patients that had ectropium surgery in Ankara Oncology Hospital Eye Clinic were included in the study. 18 of them were male, 10 of them were female. Average age was 63,2 years old and the distribution of the age was between 31 and 81years. The average follow up period of the patients were 14(7-22) months. The 10 of the 28 patients were operated from right inferior eye lid, 11 from left inferior eye lid and 7 from bilateral inferior eye lid.
The etiology of the ectropium includes respectively involutional, (n=17), scatrical (n=7) and mechanical(n=4) factors. Kuhnt-Szymanowski technique with Smith modification, vertical elongation(skin greft or local fleb) and combinated repair with mucosal greft and cheek or forehead fleb was performed respectively in involutional, scatrical and mechanical ectropium cases.

CONCLUSION: Ectropium surgery was performed especially for involutional reasons in our clinic. Kuhnt-Szymanowski technique with Smith modification was found more successful in involutional ectropium cases. Inferior eye lids are important functionally in protecting eye ball as well as esthetically in appearance so it is important not to forget to be sensitive in repairment of their deformities.

4.Myofascial Pain Syndrome in Medical Doctors
Çağıl Vural, Seçil Vural, Tuğba Kavasoğlu, Ahmet Onat Bermede, Afife Ayla Kabalak
doi: 10.5505/aot.2013.96168  Pages 17 - 21
AMAÇ: Bu çalışmanın amacı dahiliye uzmanları ile anestezi uzmanları arasında sırt ve boyun ağrılarını içeren miyofasyal ağrı sendromu (MAS) oluşumunu karşılaştırmaktır
YÖNTEMLER: Çalışmaya 54’ü anestezi uzmanı (ortalama yaş 30.7±3.4) ve 57’si (ortalama taş 29.6 ±3.7) dahiliye uzmanı olmak üzere toplam 111 tıp doktoru dahil edilmiştir
Her iki grup arasında demografik özellikler, risk faktörleri, Görsel Analog Skala, Nottingham Sağlık Profili ve Beck Depresyon Skalası karşılaştırılmıştır.
BULGULAR: MAS anestezi uzmanlarında dahiliye uzmanlarına göre belirgin olarak daha sık bulunmuştur (p=0.001). Beck Depresyon Skalası değerleri belirgin olarak daha yüksek ve Nottingham Sağlık Profili değerleri de MAS olan kişilerde belirgin olarak daha düşük bulunmuştur (p<0.001).
SONUÇ: MAS’ın anestezi uzmanlarında, dahiliye uzmanlarına göre daha sık olduğunu söyleyebiliriz. Ek olarak, MAS yaşam kalitesini olumsuz yönde etkileyen bir parametredir. Daha iyi bir yaşam kalitesine ulaşmak için altta yatan risk faktörleri önlenmelidir.
OBJECTIVE: The aim of this study was to compare the myofascial pain syndrome occurrence involving neck and back in anesthetist specialist with internal specialist.
METHODS: A total of 111 medical doctors were included in this study. There were 54 anesthetists (a mean age of 30.7±3.4) and 57 internal specialists(a mean age of 29.6±3.7). Demographic features, risk factors, Visual Analog Scale, Nottingham Health Profile and Beck Depression Scale were compared between the groups.
RESULTS: MPS was significantly more frequently seen in anesthetists than internal specialists (p=0.001). Beck Depression Scale values were significantly higher and Nottingham Health Profile values were significantly lower in subjects with MPS (all p<0.001). Moreover, sleep and posture disorders were found to be more common in subjects with MPS (all p<0.001).
CONCLUSION: MPS is more frequently seen in anesthetists than internal specialists. Additionally, MPS is a parameter affecting the quality of life adversely. In order to achieve better quality of life, the underlying risk factors should be prevented.

INVITED REVIEW
5.Regional Anesthesia and Colorectal Cancer Surgery
Müge Çakırca, Semih Başkan, Mehmet Çakırca
doi: 10.5505/aot.2013.07108  Pages 22 - 26
Kolorektal kanser görülme sıklığı yaşla artmaktadır. Geriatrik hastalarda kardiyorespiratuar ve serebrovasküler sistemlerde eşlik eden hastalıklar daha sık bulunmaktadır. Bu hastalarda yüksek ASA skorları, anatomik zorluklar ve cerrahi riskler anesteziyolojist tarafından yönetilmelidir.
Anestetiklerin patofizyolojik etkilerinin daha iyi anlaşılmaya başlanması ile kolorektal kanser cerrahisi geçirecek hastaların anestezisini ve analjezisini sağlamakta rejyonel anestezi teknikleri kullanımı gündeme gelmiştir.
Bu yazıda rejyonel anestezi tekniklerinin kolorektal kanser hastalarında uygulamalarının avantaj ve dezavantajları hakkında güncel bilgilerin sunulması amaçlanmıştır.
The incidence of colorectal cancer increase with age. Geriatric patients have more comorbid medical conditions including cardiorespiratory and cerebrovascular diseases. Thus, high ASA scores, anatomical deformities and surgical risks should be managed by anesthesiologists. More common using of regional anesthetic tecniques to provide anesthesia and analgesia fort he patients undergoing colorectal cancer surgery has became a current issue with the better understandings on the pathophysiologic effects of the anaesthetic agents.
In this article, we aimed to discuss the advantages and disadvantages of regional anesthetic tecniques in patients undergoing colorectal cancer surgery.

6.Reconstructive Complications After Perioculer Mass Excision
Mehmet Balcı, Rahmi Duman, Sibel Özdoğan, Ceyda Başkan, Mustafa Alpaslan Anayol, Emre Güler
doi: 10.5505/aot.2013.03522  Pages 27 - 31
Bu çalışma periorbital kitle eksizyonu sonrası rekonstrüksiyon uygulanan ve komplikasyon gelişmiş olan 6
ilginç hastayı içermektedir. Hasta verileri retrospektif olarak değerlendirildi. Postoperatuvar ekimoz gelişen, değişik yaşlarda üç hasta
takip edildi. İlk hasta 17 yaşlarında idi ve orbita laterali-kaş hizasında dermoid kist eksizyonu
uygulanmıştı. Sistemik bir hastalık mevcut değildi. Sadece takip uygulandı. Diğer iki hasta ileri
yaşta idi ve bilateral ekimoz gelişmişti. Diğer bir vaka ileri yaşta fleple rekonstrüksiyon sonrası
nekroz gelişen hasta idi. Vakada greft uygulanarak sorunsuz iyileşme elde edildi. Diğer iki vaka
primer sütürasyon sonrası gelişen skar ile dikkat çekten hastalardı. Skarın derecesine göre
cerrahi veya takip uygulandı. İyi planlanmış ve uygulanmış periokuler rekonstrüksiyonlarda da
komplikasyon görülebilmektedir. Yakın hasta takibi yapılmalı ve gereken tedaviler
gecikmeksizin uygulanmalıdır.
This study includes 6 interesting cases who developed complications after reconstructive surgery due to periorbital mass excision. Patients' data were evaluated retrospectively.
Three patients with different ages,who developed ecchymoses postoperatively, were followed up.
The first patient was 17 years old and dermoid cyst excision was performed on the lateral side of orbita at the eye brow level. This patient did not have any systemic disease and was simply followed up.
Other two patients were at advanced age and both of them developed ecchymoses bilaterally..
Another patient was also at advanced age and developed necrosis following reconstruction with skin flap. In this case, by graft application complete healing was succeeded uneventfully..

Two other cases drew attention due to scar development after primary suturation. According to the degree of scar formation, surgery or follow up was performed.
Complications could be seen even after well planned and performed periocular reconstructions.
Close follow up and abrupt treatment are essential.

ORIGINAL ARTICLE
7.Current Treatment of Medulloblastoma
Özlem Derinalp Or, Yıldız Yükselen Güney, Ayşen Dizman, Gonca Altınışık İnan, Gülhan Güler Avcı, Muzaffer Bedri Altundag
doi: 10.5505/aot.2013.35229  Pages 32 - 38
Medulloblastom çocukluk çağının ikinci en sık görülen ve en malign beyin tümörüdür. Yetişkinlerde ise oldukça nadir rastlanır. Medulloblastom tanılı hastalar tedavi öncesi standart risk ve yüksek riskli olmak üzere iki gruba ayrılır. Cerrahi rezeksiyonu takiben kraniospinal radyoterapi (KSRT) tedavinin temelini oluşturur. Günümüzde tedaviye kemoterapinin eklenmesi sağkalımın artmasına katkıda bulunmuştur. Ayrıca kemoterapinin eklenmesi ile total radyoterapi dozu da düşürülmüştür. Tedavide yeni kemoterapik ajanların geliştirilmesi ve yeni radyoterapi teknikleri hastaların uyumunu arttırmıştır.
Medulloblastoma is the second most common and most malignant brain tumor in children. But in adults medulloblastomas occur rarely. The patients with medulloblastoma are stratified two groups before treatment: avarage risk and high risk. Surgical resection followed by craniospinal irradiation (CSI) has been the mainstay of medulloblastoma therapy. In recent years, chemotherapy has been introduced to reduce the total dose of radiation and increase the survival rate. The new radiotherapy techniques and chemotherapy agents increase compliance to treatment.

CASE REPORT
8.Adenoid Cystic Carcinoma of the Breast: A Rare Histopathology- Good Prognosis
Onur Esbah, Ahmet Siyar Ekinci, Emine Benzer, Tahsin Ozatli, Berna Oksuzoglu
doi: 10.5505/aot.2013.54265  Pages 39 - 41
Giriş:

Adenoid kistik karsinom (ACC), memenin nadir görülen neoplazmlarındandır. Tüm meme karsinomlarının %0.1’ini oluşturmaktadır.
Adenoid kistik karsinomlar memede izlenen diğer histolojik alt tiplerine göre çok iyi prognoza sahiptirler.Uzak metastaz ve lenf nodu tutulumu çok nadirdir. Sıklıkla östrojen reseptörü (ER), progesteron reptörü(PR) ve cerbB2 statusu negatif olarak tespit edilmektedir.

Olgu:

Kırksekiz yaşında premenapozal kadın hasta sol memede ele gelen kitle nedeniyle doktora başvurmuş.
Hastaya memedeki lezyon için through-cut biyopsi uygulandı. Biyopsi sonucunun adenoid kistik karsinom olarak gelmesi üzerine hastaya modifiye radikal mastektomi operasyonu uygulandı. Operasyon materyalinin patolojik incelemesi orta derecede diferansiye adenoid kistik karsinoma ile uyumlu olarak tespit edildi. Tümör boyutu 4.8 cm ve aksiller diseksiyon sonucu 48 lenf nodu negatif olarak tespit edildi. Tümörün immünohistokimyasal özellikleri triple negatif (ER, PR ve c-erbB2) olarak değerlendirildi.

Sonuç:
ACC’ler çoğunlukla ER(-),PR (-) ve CERBB2(-) hormon statusu ile ender görülen meme karsinomlarıdır.
ACC’ler nadir görülen meme karsinomları olduğundan ve yeterli klinik çalışma bulunmadığından tedavi opsiyonları sınırlıdır.
Background:
Adenoid cystic carcinoma (ACC), one of the rarest neoplasia of the breast, constitutes 0.1% of all breast carcinomas. The prognosis of ACC is very good compared to other histological subtypes of breast carcinoma. Lymph node involvement and distant metastasis are very infrequent. Estrogen receptor (ER), progesterone receptor (PR) and c-erbB2 (also known as HER-2/neu) are typically negative.

Case
A fourty eight year-old premenauposal women was admitted to hospital with a mass on the upper outer quadrant of her left breast. Since the result of through-cut biopsy of this suspicious lesion was consistent with adenoid cystic carcinoma, modified radical mastectomy with axillary lymph node excision was applied. Pathological examination revealed a moderately differantiated adenoid cystic carcinoma of the breast. The size of invasive tumor component was 4.8 cm in its greatest dimension. Immunohistochemical analysis was consistent with triple negative phenotype ( ER,PR and c-erbB2 negative).

Conclusion:
ACC is a rare type of human breast carcinoma with ER, PR and c-erbB2 negative phenotype. They usually show an excellent prognosis however there is no well defined treatment options for ACC since the rarity of clinical studies in such kind of unusual histological subtypes of breast carcinomas.

9.Fine Needle Aspiration Cytology of Kaposi Sarcoma in Lymph Node: A Case Report
Çiğdem Irkkan, Rüçhan Aygün, Fisun Ardıç Yükrük
doi: 10.5505/aot.2013.29291  Pages 42 - 45
Daha önce Kaposi Sarkomu tanısı alan bir hastanın tanıdan bir yıl sonra supraklaviküler fossada gelişen lenfadenopatisinden görüntüleme eşliğinde ince iğne aspirasyonu ile örnekleme yapılmıştır. Aspirasyon sitolojisinde büyük doku fragmanları yanısıra daha küçük hücre kümeleri izlenmiştir. Gevşek gruplarda iğsi hücreler yuvarlak-oval nükleuslu, açık mavi renk sitoplazmalı izlenmiş ve Kaposi sarkomu tanısı verilmiştir. Lenf düğümünün Kaposi sarkomu tutulumunda ince iğne aspirasyon sitolojisi bulguları literatür eşliğinde gözden geçirilmiştir.
Image guided fine needle aspiration from the supraclavicular lymph node of a patient with prior Kaposi sarcoma diagnosis was performed. In the aspiration cytology large tissue fragments and small cell clusters were seen. In looser clusters spindle cells with round to oval nuclei with light blue cytoplasms were seen and Kaposi sarcoma diagnosis was given. Fine needle aspiration cytology findings of Kaposi sarcoma in lymph nodes is reviewed with the literature.

10.Unusual Metastatic Site For Nasopharynx Carcinoma: A Case Report
Ozan Yazici, Mutlu Dogan, Esra Ucaryilmaz, Nurullah Zengin
doi: 10.5505/aot.2013.39306  Pages 46 - 49
Nazofarinks bölgesinde en sık saptanan kanser nazofarinks karsinomudur. Genellikle, lenf nodu metastazı tanı anında ve boyundaki lenf nodu bölgelerinde saptanmaktadır. Nazofarinks kanserinde, nazofarinkste de kitle olmadan uzak lenf nodu metastazı saptanması çok sık görülen bir durum değildir. 48 yaşında erkek hasta servikal ve sağ aksiller kitle şikayetiyle hastaneye başvurdu. Fizik muayenede bilateral servikal lenf adenopati (LAP) ve sağ aksiller LAP saptandı. Servikal LAP eksizyonel biyopsi patolojisinde indiferansiye karsinom metastazı gösterildi. Radyolojik değerlendirmede bilateral serviakl LAP, nazofarinkste kalınlaşma ve humerusta kemik metastazı gösterildi. Metastatik indiferansiye karsinom ve primeri nazofarinks olarak kabul edildi ve kemoterapi başlandı. Tama yakın cevap alındı. 4 ay sonra progresyon nedeniyle ikinci basamak tedavi verildi ve tama yakın yanıt elde edildi. Takipte sağ aksiller LAP (3X2.1 cm) gelişmesi üzerine lenfoproliferatif hastalık gibi diğer etiyolojileri ekarte etmek amacıyla eksizyonel biopsi yapıldı. Histopatolojik özelliklerin birinci histopatolojik özelliklerle benzer olması nedeniyle keratinize nazofarinks karsinom metastazı düşünüldü. Aksiller LAP metastazı nazofarinks kanserinde nadiren oluşabilmektedir. Özellikle belli bir süredir remisyonda izlenen kanserli hastaları değerlendirirken beklenmedik nüks paterniyle karşılaşılacak olursa ikincil primer tümörler akılda tutulmalıdır. Bu hastalarda ikinci biyopsinin birinci biyopsi ile beraber değerlendirilmesi faydalı olabilir.
Nasopharyngeal carcinoma is the most frequent tumor type arising in the nasopharynx. Lymph node metastases are predominantly seen at diagnosis in lymphnode regions of neck. Nasopharynx carcinoma presenting with distant lymphadenopathy (LAP) rather than a prominent nasopharyngeal mass is not common.We describe a 48-year old man admitted to the hospital with cervical and right axillary mass. In physical examination, he had a 3x2cm right axillary lymphadenopathy (LAP) and bilaterally cervical LAPs. An exisional cervical LAP biopsy histopathology revealed undifferentiated carcinoma metastasis. On radiological evaluation, he had bilaterally cervical LAPs and nasopharyngeal thickening and bone metastasis on his right humerus. He was considered as metastatic undifferentiated carcinoma with highly probable primary as nasopharynx carcinoma. He was given chemotherapy. He achieved near complete response. After 4 months of follow-up, he had again second line therapy with near complete remission. In follow-up period, he developed right axillary LAP (3x2,1cm). An exisional biopsy of the right axillary LAP was performed to rule out other etiologies, such as lymphoproliferative disease. Histopathology had similar histopathological properties with the first cervical biopsy giving rise to thought of keratinizing nasopharynx carcinoma metastasis.Axillary LAP might occur rarely in nasopharynx carcinoma. Secondary primary tumors should be also kept in mind while evaluating the cancer patients with an unexpected relapsing pattern especially in those followed-up with remission for a while. Evaluation of the second biopsy material with the first one seems to be helpful in these patients.

11.A Case of Metastatic Malignant Melanoma who Lung Progressed During Vemurafenib Treatment
Ferit Aslan, Kübra Aydın, Banu Öztürk, Umut Demirci
doi: 10.5505/aot.2013.30502  Pages 50 - 52
Yetmiş yaşında kadın sağ inguinal bölgede akıntılı şişliği olması üzerine başvurdu. Lezyon biyopsisi malign melanomla uyumluydu. Toraks ve batın görüntülemelerinde metastaz bulguları mevcuttu. Birinci basamak temozolomid sonrası lezyon bölgesinde progresyon nedeni ile palyatif radyoterapi uygulandı. BRAF-V600E mutasyonu nedeni ile vemurafenib başlandı. Tedavinin ikinci ayında çok iyi kısmi yanıt elde edildi. Tedavinin 5. ayında sol akciğerde lokal progresyon izlenirken diğer bölgelerde kısmi yanıtı devam ediyordu. Palyatif radyoterapi sonrası vemurafenib tedavisine devam edildi.
A 70 year-old women admitted to our hospital with a swelling and discharge of the right inguinal site. Biopsy results was consisted with malignant melanoma. Imaging of thorax and abdomen showed metastatic disease. After first-line temozolamide treatment, palliative radiotherapy was applied to primary site because of progression. After detection of BRAF-V600E mutation, vemurafenib treatment was initiated. Treatment response to vemurafenib was very good partial response after second months of the treatment. Although locally progression of the left lung was seen after fifth months of therapy, partial response remained on the other sites, she was still on the treatment with vemurafenib.

12.Lumbar Intradural Metastasis from Large Cell Neuroendocrine Carcinoma of the Lung
Ayse Karatas, Umit Zeydoglu, Ahmet Alacacioglu, Ayse Yagci
doi: 10.5505/aot.2013.70288  Pages 53 - 55
Spinal metastaz malignitelerde sık görülen bir bulgu olmasına rağmen intradural ekstrameduller metastazı (IDEM) çok nadirdir. Biz 55 yaşında erkek hastada lomber omurgada intradural metastaz ile presente olan akciğerin büyük hücreli nöroendokrin karsinom olgusunu sunuyoruz.
Although spinal metastasis is a common finding in malignancies, however intradural extramedullary metastasis (IDEM) is very rare. We report a 55-year-old man, known case of a large cell neuroendocrine carcinoma of the lung with IDEM in lumbar spine.

13.A Successful Aplication of the Caudal Block Anesthesia in Patient with Ankylosing Spondylitis Who Has Severe Kyphoscoliosis
Cengizhan Emre, Alev Akdikan, Filiz Banu Ethemoğlu, Gülsüm Kavalcı, Aslı Batuman, Dilber Kumral, Ahmet Alyanak
doi: 10.5505/aot.2013.36855  Pages 56 - 59
Ankilozan Spondilit (AS), omurga, sakroiliak eklem ve komşu dokuların inflamasyonu ile karakterize, kronik otoimmün, ilerleyici bir kollajen doku hastalığıdır. AS, genel anestezi ve rejyonel anestezi uygulamalarında karşılaşılabilecek sorunlar nedeniyle anesteziyologlar için özel öneme sahiptir. Bu yazıda hemoroidektomi operasyonu planlanmış hastaya uyguladığımız kaudal blok yöntemini sunmayı amaçladık.
Yirmi yıl önce AS tanısı almış, 71 yaşındaki erkek hastaya kaudal blok ile hemoroidektomi operasyonu yapılması planlandı. Hastanın preoperatif değerlendirmesinde ASA 2, mallampati 2 ve boyun eklem hareketlerinde kısıtlılık mevcuttu. Hastaya prone pozisyonunda 12cc. %0,5 izobarik bupivakainle kaudal blok uygulandı. Operasyon sırasında ve sonrasında hastada herhangi bir komplikasyon gözlenmedi. Sonuç olarak ankilozan spondilitli hastalarda anogenital bölge cerrahilerinde kaudal blok uygulaması uygun bir yaklaşım olabilir.
Ankylosing spondylitis (AS), is a chronic, progressive, otoimmune collagen tissue disease characterized by spine, sacroiliac, joint and neighboring tissue inflammation. AS is important for anaesthesiologists due to the problems that can occur during the application of general anesthesia and regional anesthesia. In this paper, we aim to present the caudal block method that we applied to a patient who is planned to have a hemorrhoidectomy operation.
We planned to perform a hemorrhoidectomy operation with caudal block method to a 71 year-old patient who was diagnosed as AS 20 years ago. Preoperative evaluation of patients showed that ASA 2, mallompati 2 and neck joint mobility was limited. The caudal block anesthesia is applied to the patient at prone position with 12 cc, 0.5% isobaric bupivacaine. No complications were observed in patients in intraoperative or post-operative period. In conclusion, caudal block method is a convenient approach in anogenital region operations for patients with ankylosing spondylitis.

14.Current Classifications of Syndactyly and A Case Report
Ahmet Yıldırım, Güray Toğral, Erdem Aktaş, Murat Arıkan
doi: 10.5505/aot.2013.36035  Pages 60 - 61
Sindaktili; 2000 canlı doğumda bir görülme oranı ile konjential el deformiteleri içerisinde en sık rastlanılan ve literatürde tanımlanma zamanı eski Yunan hekimlerine kadar uzanan, ancak klinik prezentasyon olarak pek çok farklı şekli bulunması nedeniyle sınıflamalarda uzlaşma sağlanamamış bir deformitedir.
Farklı klinik prezentasyonlar ve eşlik eden diğer durumlar nedeni ile 2012 yılında sendromik olmayan sindaktili tipleri fenotipik özellikleri de göz önünde bulundurularak 9 farklı tip ve subtipler olarak yeni bir sınıflama ile literatüre dahil edilmiştir.
Vaka sunumumuzdaki 48 yaşındaki ailesel sindaktili öyküsü bulunmayan kadın hastamız, tipik olan 4. parmak hipoplazisi bulunmaması ve 5. parmak orta falanks ve distal falanks üzerinde 2 adet canlı tırnak bulunması ile literatürde nadir görülen bir prezentasyon ile çıkmıştır.
Vaka planlaması için yapılan dijital anjiografide tüm vasküler yapılar doğal olarak izlenmiştir. Distalde yeterince veb dokusu bulunan olgumuzda; Yao ve arklarının tanımladığı yöntemle subkutan pedikül üzerinde, V insizyonla cilt kaldırılarak komisür oluşturuldu.
Cerrahi sonrası, yara yeri ve dolaşım problemi görülmeyen hastanın; 1 yıllık takibinde ek sorun gözlenmedi.
Syndactyly is the most common congenital hand defect, syndactyly occurs at a rate of 1 in 2000 live births. It had described by the ancient Greek doctors. Syndactyly could have many different clinical presentations; and so that there has not any consensus for the classification.
By the year 2012 non syndromic syndactyly types have been classified in nine groups according to their phenotypes.
Our article is about a syndactyly case which had seen at a 48 year old female patient with a unique clinical presentation. The presentation of the hand is different from the literature because she had no 4th finger hypoplasia and she had two viable nails on the middle and distal phalanx of the 5th finger.
We did the operation by the technique which had described by Yao et al as creating a commissure on the subcutane pedicle by a V incision.
There is not any complication and skin problem after the surgery as a one year follow up.

15.In The Same Focus Recurrent Proximal Tibial Osteoid Osteoma: A Case Report
Reşit Sevimli, Mahmut Kalem, Adem Ünlü, Kerem Başarır, Yavuz Yener Sağlık
doi: 10.5505/aot.2013.55265  Pages 62 - 64
Osteoid osteom, nadir görülen benign kemik tümörlerindendir. Tedavide cerrahi nidus eksizyonunun sonuçları yüz güldürücüdür ve tedavi sonrası nüks oluşumu çok nadirdir. Bu yazıda tibia alt uçta eksizyon yapılan osteoid osteom olgusunun tedaviden 7 yıl sonra ortaya çıkan nüksü sunuldu.
Osteoid osteoma seen between a rare benign bone tumors; Although promising treatment relapse after treatment but is very rare in focus. At the upper end of the tibia 7 years after excision made the same focus new osteoid osteoma. Relapse cases were presented.

16.Isolated Leptomeningeal Carcinomatosis in a Patient with Newly Diagnosed Gastric Cancer
Tahsin Özatlı, Öznur Bal, Burçin Budakoğlu, Ahmet Şiyar Ekinci, Onur Eşbah, Berna Öksüzoğlu
doi: 10.5505/aot.2013.09797  Pages 65 - 67
43 yaşında bir erkek karın ağrısı ve hematemez ile kabul edildi. Hasta Endoskopik biopsi ile Mide karsinomu tanısı aldı ve Total Gastrektomi yapıldı.Gastrektomi'nin 6.gününde, baş ağrısı ve çift görme yakınması oldu.Beyin MRI bilateral serebellar hemisferde kontrast artışı ve Leptomeningeal kalınlaşma gözlendi.Birinci Serebrospinal sıvı muayenesinde maliğn hücre gözlenmedi,İkinci inceleme maliğn hücre şüphesi içermekteydi.Hastanın Leptomeningeal Karsinomatosis ile uyumlu klinik ve Radyolojik değerlendirmelerinden dolayı, İntratekal Kemoterpi uygulandı ve Hastanın nörolojik semptomları düzeldi.
A 43 year-old man admitted with abdominal pain and hematemesis. He diagnosed with gastric cancer by endoscopic biopsy and total gastrectomy was carried out. On the sixth day of gastrectomy he complained about headache and diplopia. Magnetic resonance imaging of the brain showed leptomeningeal thickening and contrast enhancement of bilateral cerebellar hemisphere. First cerebrospinal fluid examination revealed no malignant cells, the second one was suspicious for malignant cells. Because of the radiological and clinical evaluation of the patient compatible with the Leptomeningeal Carcinomatosis, intrathecal chemotherapy was performed and his neurological symptoms were improved.

17.Synchronus Neuroendocrin Tumor of The Appendix and Multiple Colon Adenocarcinoma: A Case Report
Ferit Aslan, Erhan Erdem, Gülay Dilek Bilir, Tahsin Özatlı, Kaan Helvacı, Ömür Berna Öksüzoğlu, Umut Demirci
doi: 10.5505/aot.2013.46855  Pages 67 - 69
Ellidört yaşında erkek hastaya ailesel kolon kanseri öyküsü nedeni ile yapılan kolonoskopide multipl polip saptandı. Patolojide multipl polipte adenokarsinom saptanması ve aile öyküsünün de olması üzerine total kolektomi yapıldı. Total kolektomi patolojisinde multisentrik kolon adenokarsinomu ve grade 1 apendiks nöroendokrin tümör saptandı. Literatürde senkron multisentrik kolon adenokarsinomu ve appendiks nöroendokrin tümörü birlikteliği nadiren bildirilmiştir, hastamız bu nedenle özellik arzetmektedir.
Fifty four year-old men with a family history of colon cancer diagnosed multiple colonic poliposis upon colonoscopy. Since pathology of colonic biopsy yielded adenocarcinoma, together with a family history of colon cancer, total colectomy was done. Histopathology of colectomy showed multisentric colonic adenocarcinoma together with grade 1 neuroendocrine tumor of the appendix. Our patient was unique because of the rarity of the coincidence of colonic adenocarcinoma and appendix neuroendocrine tumor.

LookUs & Online Makale