ISSN 0304-596X | E-ISSN: 2148-7669
Acta Oncologica Turcica - Acta Oncol Tur.: 42 (2)
Volume: 42  Issue: 2 - 2009
1.Açık Meme Biyopsileri ve Komplikasyonları: Gelecekteki Tedaviyi Etkiler mi?
Lutfi DOĞAN, Niyazi KARAMAN, Cihangir ÖZASLAN, Can ATALAY, Mehmet ALTINOK
Pages 45 - 49
Bu çalışmanın amacı açık cerrahi meme biyopsileri sonrası gelişen yara komplikasyon oranlarını, komplikasyonlara etki eden faktörleri tespit etmek ve komplikasyonların meme kanseri cerrahisine etkilerini araştırmaktır. Kliniğimizde 2008 yılında açık cerrahi meme biyopsisi uygulanan 219 kadın hasta prospektif olarak değerlendirildi. Hastaların yaş, meme kanseri, hipertansiyon ve diyabet öyküleri, girişim öncesi telle işaretleme, müdahale edilen lezyonun boyutu, daha önce aynı lezyona yapılmış perkütan ve açık biyopsiler, biyopsi şekli ve girişimde dren konulup konulmadığı kaydedildi. Hastaların biyopsi sonrası 30 günlük takiplerindeki yara komplikasyonları kaydedildi. Açık cerrahi biyopsi uygulanan hastaların 36 (%16.4)’sında yara komplikasyonları gelişti. Yirmi (%9.1) hastada cerrahi alan infeksiyonu, 12 (%5.5) hastada hematom, 9 (%4.1) hastada kanama ve 18 (%8.2) hastada seroma saptandı. Tek değişkenli analizde; hasta yaşının 65'ten büyük olması, aynı memeye daha önce meme cerrahisi veya meme biyopsisi uygulanması, diyabet, insizyonel biyopsi yapılması, malignite saptanması, lezyon boyutunun 2 cm'den büyük olması ve spesimen hacminin 50 cm3'ten büyük olması açık cerrahi biyopsilerden sonra yara komplikasyonlarını artıran parametreler olarak saptandı. Çok değişkenli analizde ise; aynı memeye daha önce cerrahi girişim yapılmış olması (p= 0.033), spesimen volümünün 50 cm3'ten fazla olması (p= 0.001) ve insizyonel biyopsi uygulanması (p- 0.003) komplikasyon gelişmesinde etkili parametreler olarak bulundu. Hastaların 75 (%34.2)’inde malignite saptandı ve bu hastalar daha sonra yeniden ameliyat edildi. Biyopsi sonrası yara komplikasyonu gelişen 22 hasta biyopsiden 27 gün sonra ameliyat edilebilirken, yara komplikasyonu gelişmeyen 53 hasta 18 gün sonra ameliyat edilebilmişti (p= 0.03). Meme kanseri cerrahisi sonrasında ise 30 günlük takipte, 24 hastada yara komplikasyonları gelişti. On iki (%16) hastada cerrahi alan infeksiyonu, 10 (%13.3) hastada seroma ve 2 (%2.6) hastada hematom saptandı. Tek değişkenli analizlerde; daha önce aynı memeye girişimde bulunulması, lezyonun 2 cm'den büyük olması ve tanı amacıyla yapılan biyopsiden sonra komplikasyon gelişmesi, yara komplikasyonlarına etki eden parametreler olarak bulundu. Çok değişkenli analizlerde ise yalnızca ilk biyopsiden sonra komplikasyon gelişmiş olması anlamlı bulundu (p= 0.001). Açık meme biyopsilerinde yara komplikasyon oranlarının yüksek olduğu akılda tutulmalıdır. Bu girişim sırasında asepsi kurallarına uyulmalı ve işlem steril ortamlarda gerçekleştirilmelidir. işlem yapılırken azami özen gösterilmelidir. Girişim öncesi antibiyotik profilaksisi önerilmese de girişimden sonra iyi yara bakımı ve takibi yapılmalı, yara pansumanları ihmal edilmemelidir. Cerrahi alan infeksiyonunun belirtileri için dikkatli olunmalı ve belirtiler tespit edilir edilmez tedavi başlanmalıdır. Yakın takip ve erken tedavi ile hastaların cerrahi tedavisinin gecikmesi önlenebilir. Açık biyopsiden sonra yara komplikasyonlarına hastaya ve lezyona ait faktörlerden çok işleme ait teknik faktörler etkili gibi görünmektedir. Bu nedenle eksizyonel biyopsiler sırasında gereksiz doku çıkarılmasından kaçınılmalıdır.
The purpose of this study is investigation of the wound complication rates after öpen surgical breast biopsies, description of the factors related to complications and the effects of these complications on breast cancer surgery. Two hundred nineteen women with öpen surgical breast biopsies in 2008 have been evaluated prospectively. Age, breast cancer, hipertention and dia-betes mellitus history, guide-wire localisation before surgery, the size of the lesion that has been operated, previous percuta-neous or öpen biopsies to the same breast, biopsy type and presence of drains were the parameters recorded. V/ound complications after biopsies have been recorded during 30 days follow-up. Wound complications have been observed in 36 (16.4%) patients operated with öpen surgical breast biopsy. These complications were surgical site infections in 20 (9.1%) patients, hemotomas in 12 (5.5%) patients, bleeding in 9 (4.1%) patients and seroma in 18 (8.2%) patients. At univariate anaiysis; patient age över 65, previous surgery or biopsy to the same breast, diabetes mellitus, incisional biopsy, diagnosis of malignancy, lesion size greater than 2 cm and specimen volüme more than 50 cm3 were the parameters increasing wound complications after öpen surgical breast biopsies. At muitivariate anaiysis; previous surgical intervention to the same breast (p= 0.033), specimen volüme more than 50 cm3 (p= 0.001), incisional biopsy (p= 0.003) ıvere the parameters affecting the complication rates. Malignancy was detected for 75 (34.2%) patients and ali these patients were reoperated. VVhile 22 patients with wound complications have been operated in 27 days after breast biopsy, 53 patients without wound complications have been operated in 18 days (p= 0.03). Twenty-four patients were seen with wound complications in 30 days follow-up after breast cancer surgey. These complications were surgical site infection in 12 (16%) patients, seroma in 10 (13.3%) patients and hematoma in 2 (2.6%) patients. At univariate anaiysis; previous interventions to the same breast, lesion size more than 2 cm and presence of complication after diagnos-tic breast biopsy were the parameters increasing wound complications. At muitivariate anaiysis; only the occurance of complication after breast biopsy was a significant factor (p= 0.001). It should kept in mind that wound complication rate is high after öpen surgical breast biopsy. Aseptic precautions should be taken and procedure should be done under sterile conditions. Maximum çare should be taken during procedure. Although antibiotic prophylaxis is not recommended before surgery, carefui wound çare, wound dressing and follow-up is important. One should pay attention to the signs of surgical site infections and as soon as these signs are observed the treatment should have been started. The detay of the surgical treatment can be preven-ted with close follow-up and early treatment. İt seems that the technical factors belonging to surgical procedure rather than patient and lesion related factors are important for wound complications. Therefore unnecessary tissue removal during excisional biopsies should be avoided.

2.Ultrasonografi Kılavuzluğunda Pankreas İğne Biyopsileri
Bilgin Kadri ARIBAŞ, Gürbüz DİNGİL, Ümit ÜNGÜL, Gürsel ŞAHİN, Dilek Nil ÜNLÜ, Kamil DOĞAN, Sevim ÖZDEMİR, Zekiye PEKOL ŞİMŞEK, Aliye Ceylan ZARALI, Rasime Pelin DEMİR, Kemal ARDA
Pages 50 - 56
Bu çalışmanın amacını pankreas kitlelerine ultrasonografi kılavuzluğunda kliniğimizde yapmış olduğumuz iğne biyopsilerinin etkinliğini ve çeşitli tipteki biyopsi iğnelerinin başarı oranlarını paylaşmak oluşturmaktadır. Mayıs 1993-Nisan 2005 tarihleri arasında, 18-22 G çaplı çeşitli tipteki iğneler ile 114 pankreas kitlesi olan hastaya, ultrasonografi eşliğinde iğne biyopsisi yapıldı. Olguların yaş ortalaması 55.5 ± 12.0 ve kadın/erkek oranı 0.46 idi. Bu olgulardan, patolojik tanı elde edilen 82 olgu değerlendirildi. Bu olguların %73 (61)’ü pankreas başı, %13 (10)’ü gövdesi, %9 (7)'u kuyruğu ve %5 (4)’i gövde-kuyruk yerleşimliydi. Bilgisayarlı tomografi eşliğinde biyopsi yapılan hastalar değerlendirmeye alınmamıştır. Pankreas kitlelerine yönelik yapılan 82 biyopsinin; 65’inde West-Cott 20 G, sekizinde Sonopsy 21 G, yedisinde Trucut 18 G ve ikisinde West-Cott 22 G iğne kullanıldı. Doğru tanıya götürme oranları sırasıyla, %74.0, %63.0, %71.4 ve %50 bulundu. Bütün biyopsilerde ise duyarlılık %70, özgüllük %100, doğruluk %72.0 olarak belirlendi. Hem iğneler arasında, hem de pankreastaki yerleşimine göre, doğruluk oranları açısından anlamlı bir fark saptanmadı (p> 0.05). Kistik-solid lezyonlar arasında da, başarı oranları açısından belirgin fark saptanmadı (p= 0.05). Hastalarda majör bir komplikasyon izlenmedi. Pankreas kitlelerinde tanı koyabilmek ve tedaviyi yönlendirmek amacı ile ultrasonografi kılavuzluğunda yapılan iğne biyopsileri, tanıya yardımcı bir yöntemdir. Pankreasın ana vasküler yapılara olan komşuluğu dikkate alınmalı, vasküler yapılara zarar verilmeyeceğinden emin olunursa öncelikle ultrasonografi, aşırı kilolu hastalarda ise bilgisayarlı tomografi kılavuzluğunda biyopsi yapılabilir. Tekrar biyopside de sonuç alınamayan olgularda ve küçük pankreas lezyonlarında ise endoskopik ultrasonografi kılavuzluğunda biyopsi yapılması gereklidir.
To share the efficacy and success rates of the needle biopsies of pancreatic masses performed with various needle types under ultrasonography guidance in our department forms the purpose of our study. One hundred ultrasonography guided needle biopsies with various needle types of 18-22 G in size were applied to the patients with pancreatic masses betvveen 1993 May and 2005April. Mean age of the patients was 55.5 ± 12.0 years and woman/man ratio was 0.46. The pathological diagnosis was obtained from 82 patients. Tumor localizations were pancreatic head for 73%, corpus for 13%, tail for 9%, corpus-tail for 5% of the patients. Biopsies performed with computed tomography guided were excluded from the series. Needles used for 82 pancreatic biopsies were West-Cott 20 G in 65 cases, Sonopsy 21 G in 8 cases, Trucut 18 G in 7 cases, and VVest-Cott 22 G in two cases. The rates of accuracy were found 74.0%, 63.0%, 71.4%, and 50%, respectively. The sensitivity, specificity, and accu-racy rates were 70%, 100%, and 72.0%, respectively. No significant difference in accuracy was observed betvveen needles, and pancreatic localizations (p> 0.05). İn addition, success rates of cystic and soiid lesions were not different statistically (p= 0.05). No majör complication was observed. Ultrasonography guided needle biopsy is a useful method for diagnosis and management of pancreatic masses. The relationship betvveen pancreas and the adjacent main vascular structures should be considered befo-re the biopsy. If it is thought to be a saf e procedure, ultrasonography guided biopsy or computed tomography guided biopsy, if needed, for obese patients with too much abdominal air can be performed. Endoscopic ultrasonography guided biopsy is nee-ded for the patients with small pancreatic masses or vvhose diagnoses are not provided with repeated biopsies.

3.Malign Melanomalı Doksan Hastanın Klinikopatolojik Değerlendirmesi
Mutlu DOĞAN, Ülkü YALÇINTAŞ ARSLAN, Saadet TOKLUOĞLU, Güze ÖZAL, Hande SELVİ, Güngör UTKAN, Hakan AKBULUT, Bülent YALÇIN, Necati ALKIŞ, Fikri İÇLİ
Pages 57 - 60
Malign melanoma metastaz potansiyeli yüksek otan bir malignitedir. Primer tedavisi erken evrede cerrahi olup yüksek riskli rezeke olgularda, özellikle lenf nodu tutulumu olanlarda, adjuvan yüksek doz interferon (IFN)’un hastalıksız sağkahm süresini artırdığı gösterilmiştir. Bu çalışmada amaç, hastaların klinikopatolojik özelliklerinin değerlendirilmesidir. Temmuz 1997-Ağustos 2008 tarihleri arasında izlenen 90 hastanın demografik ve tümör özelliklerinin yanı sıra tedavileri retrospektif olarak değerlendirilmiştir. Çoğunlukla ciltte yerleştiği için artmış vücut yüzey alanı (VYA) ve beden kitle indeksi (BKİ) ile ilişkisi de araştırılmıştır. Hastaların %56’sı erkek ve %44’ü kadındı. Median yaş 52 (19-75) olarak bulundu. En sık komorbid hastalığın hipertansiyon (%28) olduğu gözlendi. Hastaların %41.1’inde sigara öyküsü, %15'inde ise ailede kanser öyküsü vardı. Olgularda median BKİ 26.3 kg/m2, VYA 1.8 m2 olarak saptandı. En sık nodüler tip (%55.3) ve alt ekstremitede yerleşim (%30) izlenmiştir. Median "Clark düzeyi 4’’ ve “Brest!ow" tümör kalınlıkları 4 mm iken median çıkarılan lenf nodu sayısı 15 olup olgularda median lenf nodu tutulumu sayısı 1 olarak bulundu. Adjuvan IFN oranı %48.8, bunların %25’i yüksek doz-İFN almıştır. Tanı anında metastaz oranı %21, relaps oranı %51.2 iken lokal nüksle akciğer metastazı birlikteliği %14.2 olarak bulundu. Erkek cinsiyet, beşinci dekad, sigara, BKİ > 25 kg/m2 ve hipertansiyon birlikteliği daha riskli gibi görünmektedir.
MaHgnant melanoma (MM) is a malignancy with a high metastatic potential. Primary treatment modality is surgery in early stage. Adjuvant high dose interferon (IFN) has been shown to prolong disease-free survival in resected high-risk patients with nodal involvement. We evaluated clinicopathological characteristics and treatment modalities of patients with MM. Ninety patients followed-up in medical oncology clinics of two tertiary health çenter betvveen July 1997-August 2008 were enrolled. Demographical and tumor characteristics of the patients and treatment modalities are evaluated retrospectively. The associati-on betvveen MM and increased body surface area (BSA) or body mass index (BMI) were also evaluated, since MM frequently presents with skin involvement. 56% of the patients were male, 44% were female. Median age was 52 (range: 19-75 years). Hypertension (28%) was the most common comorbid disease. The smoking rate was 41.1% (median 20 pack-year) and family history for cancer was 15%. Most patients were ovenveight (median BMI was 26.3 kg/m2, median BSA ıvas 1.8 m2). Nodular MM (55.3%) and lower extremity localization (30%) were most common. Median “Clark’s /eve/” was 4 and “Brestlovv" thickness was 4 mm. Median number of resected lymph nodes ıvas 15, and most patients had at least one nodal involvement. Adjuvant IFN was given 48.8% of the patients, and 25% of them had high dose-IFN treatment. While the metastasis rate at presentation was 21 %; 51.2% of the patients had relapse and 14.2%, had local retapse with iung metastasis. Patients with male gender, fifth deca-de, smoking history, BMI > 25 kg/m2 and hypertension seem to have higher risk.

4.Spinal Anestezi ile Transüretral Rezeksiyon Yapılan Hastalarda Bupivakain ve Ropivakaine Bağlı Geçici Nörolojik Semptom İnsidansının Karşılaştırılması
Gülbahar GÜLNERMAN, Selma KELEŞ, Menşure KAYA, Neslihan KURU, Nihal KADIOĞULLARI
Pages 61 - 68
Bu çalışmada spinal anestezi ile litotomi pozisyonunda transüretral rezeksiyon uygulanan hastalarda, bupivakain ve ropivakaine bağlı geçici nörolojik semptom insidansı ve derlenme özellikleri karşılaştırıldı. ASA 1 -3 grubundan 90 hasta çalışmaya alındı. Spinal anestezi tüm hastalarda oturur pozisyonda, modifiye “pencil-point" iğne kullanılarak uygulandı. Birinci gruba 3 mL 15 mg %0.5 hiperbarik bupivakain, ikinci gruba 3 mL 15 mg %0.5 hiperbarik ropivakain, üçüncü gruba ise 3 mL 15 mg izobarik ropi-vakain enjekte edildi. Hemodinamik parametreler ile sensöriyel ve motor blok düzeyleri kaydedildi. Hastalarla 24, 48 ve 72. saatlerde ve bir hafta sonunda görüşülerek operasyon bölgesinde ağrı, bel ağrısı ve geçici nörolojik semptomlar sorgulandı. Sensöriyel bloğun L1 dermatomuna gerileme süresi hiperbarik bupivakain grubunda, ropivakain gruplarına göre anlamlı olarak uzun bulundu. Motor bloğun derlenme süresi hiperbarik ropivakain grubunda en kısa, hiperbarik bupivakain grubunda ise en uzundu. Gruplar arasında operasyon bölgesindeki ağrı ve bel ağrısı ile geçici nörolojik semptom insidansı yönünden anlamlı farklılık bulunmadı. Hiperbarik bupivakain ve hiperbarik ropivakain gruplarında birer hastada geçici nörolojik semptom bulguları görüldü. Her iki hastada bel ağrısı orta şiddetliydi ve semptomlar 10. günde tamamen düzeldi. Sonuç olarak, transüretral rezeksiyon operasyonlarında, bupivakain ve ropivakain ile benzer sensöriyel ve motor blok düzeyi elde edildi. Ancak sensöriyel ve motor blok süresi ropivakain gruplarında bupivakaine göre daha kısaydı. Geçici nörolojik semptom insidansı her üç grupta benzerdi. Benzer etki profili ve geçici nörolojik semptom insidansı ile ropivakain, kısa süreli cerrahi girişimlerde bupivakaine alternatif olabilecek bir anestezik ajandır.
İn the present study ıve compared transient neurological symptoms, and recovery characteristics of patients undergoing transurethral resection in lithotomy position with spinal anesthesia using bupivacaine or ropivacaine. Ninety ASA 1-3 patients were enrolled in to the study. Spinal anesthesia was performed with modified pencil-point needle in sitting position in ali patients. Group 1; received 3 mL of 0.5% hyperbaric bupivacaine 15 mg, group 2; 3 mL of 0.5% hyperbaric ropivacaine 15 mg and group 3; 3 mL of isobaric ropivacaine 15 mg. Hemodynamic parameters, level of sensorial and motor block were recorded. At 24, 48 and 72 hand one week later, patients were interviewed about pain in surgical area, lumbar pain and transient neurological symptoms. The regression time of sensorial block to L1 dermatome was longer in hyperbaric bupivacaine group. The complete resolution of motor was shortest in hyperbaric ropivacaine group and iongest in hyperbaric bupivacaine group. There was no dif-ference among the group regarding surgical and lumbar pain, and transient neurological symptom. One patient both in hyper-baric bupivacaine and hyperbaric ropivacaine group had transient neurological symptom. The lumbar pain was moderate in both patients and symptoms resoived completely in ten days. İn conclusion, similar sensorial and motor block levels were obtained with bupivacaine and ropivacaine. The duration of sensorial and motor block were shorter in both ropivacaine groups. The inci-dence of transient neurological symptoms were similar in three groups. Ropivacaine can be an alternative to bupivacaine in short duration surgical procedures with its similar effects and transient neurological symptoms incidence.

5.Crohn Hastalığında Multidedektör Bilgisayarlı Tomografi Bulguları
Kemal ARDA, Nazan ÇİLEDAĞ
Pages 69 - 73
inflamatuvar bağırsak hastalıklarından Crohn hastalığının tanı ve takibinde ince kesit multidedektör bilgisayarlı tomografi görüntülemeyle gastrointestinal trakt patolojilerinin intraluminal, mu rai ve ekstraluminal komponentlerinin birlikte değerlendirmesi yapılabilmektedir. Baryumlu grafiler ve endoskopik inceleme, mukozaI inflamasyonun primer inceleme yöntemleridir. Ancak bu yöntemler kullanılarak ekstramukozal ve mezenterik patolojiler değerlendirilemez. Multidedektör bilgisayarlı tomografi ile Crohn hastalığının ekstramukozal, mezenterik komponentleri, komşu organ tutulumu, gelişen komplikasyonlar ile olguların tedaviye yanıtı ortaya konabilir. Crohn hastalığı ön tanısıyla takip edilen 41 olgunun (30 erkek, 11 kadın; yaş aralığı 22-75, ortalama yaş: 43.97 ± 13.96) multidedektör bilgisayarlı tomografi bulgulan sunulmuştur. Kırk bir olgunun 31 (%75.6)’inde ince bağırsakta, 14 (%34.1)’ünde terminal ileumda, 21 (%51.2)’inde kolonda duvar kalınlaşması, 11 (%26.8)'inde hem ince, hem de kalın bağırsak segmentlerinde tutulum, 4 (%9.7)’ünde apse, 17 (%41,4)’sinde mesenterik lenfadenopati, 8 (%19.5)’inde fistül saptanmıştır. Fistül saptanan olgulardan beşinde enterokütanöz, ikisinde enterovezikal ve birinde bilioenterik fistül görülmüştür. Perforasyon saptanan bir olguya sağ hemikolektomi uygulanmıştır.
Crohn's disease is an idiopathic inflammatory bowel disease. Multidedector computed tomography is used in diagnoses and the management of the intramural, murat and extramural components of the gastrointestinal tract pathologies. VVith unknown eti-ology, and has variabie responses to medical and surgical management. Barium studies and colonoscopy are the primary evaluation methods of the inflammatory changes of the mucosa; however, both of them provide little information on the extraintesti-nal extent of the disease. İn recent years, multidedector computed tomography became an important modality to evaluate the pathologic changes of the intraluminal, intramural, and mesenteric extent of the disease, and the attachment of the adjacent structures. Fourty-one patients (11 women, 30 men, age range 22-75 years, mean age 43.97 ± 13.96) with histological proven Crohn’s disease were examined with multidedector computed tomography. İn the computed tomography studies of 41 Crohn’s disease patients, segmental small bowel wall thickening were detected in 31 out of 41 cases (75.6%) , the thickening involved the terminal ileum were in 14 out of 41 (34.1 %) patients, and the different extends of the colonic wall thickening were detected in 21 out of 41 (51.2%) cases. Both small and large bowel loops were involved in 11 out of 41 (26.8%) Crohn’s disease patients. Abscesses were found in four out of 41 (9.7%) Crohn’s disease patients. Enlarged mesenteric lymph nodes were detected in 17 (41.4%) of them. Fistulas were detected in 8 out of 41 (19.5%>) patients, five of them ıvere enterocutaneus, two of them were enterovesical fistulas, and one was bilioenteric fistula. Perforation was seen in one of the patients and right hemicolectomy was performed.

6.Ektopik Böbrekte Renal Hücreli Karsinom: Olgu Sunumu
Niyazi KARAMAN, Lütfi DOĞAN, Cihangir ÖZASLAN, Can ATALAY, Çiğdem IRKKAN, Asuman BOZKURT
Pages 74 - 76
Ektopik böbrek nadir bir konjenitai anomalidir. Atipik semptomları tanısal ve tedavise! karışıklığa sebep olur. Ektopik böbrekten gelişen tümörler de nadirdir ve tam konması güç olabilir. Bu çalışmada ektopik böbrekte gelişen bir renal hücreli karsinom bildirilmiştir. Kitlenin tanımlanması için değişik birçok konvansiyonel görüntüleme yöntemi kullanıldıysa da, her biriyle sınırlı düzeyde bilgi edinilebildiğinden, kesin tanıya ancak spesimenin patclojik incelenmesi sonrasında ulaşılabilmiştir.
Ectopic kidney is a rare congenital anomaly. Its atypical symptomatology causes a diagnostic as well as therapeutic dilemma. Tumors arising within an ectopic kidney are also uncommon and may be difficutt to diagnose. We present a case of renal celi carcinoma in an ectopic kidney. Although severai conventionai imaging techniques were used to define the mass, each provided limited Information and definite diagnosis ıvas just possible with the pathological examination of the spesimen.

7.Akciğer Kanserinin Sağ Atriyum Metastazı: İki Olgu Nedeniyle
Nazan ÇİLEDAĞ, Pelin DEMİR GÜMÜŞDAĞ, Elif AKTAŞ, Kemal ARDA
Pages 77 - 79
Kalbin primer ve metastatik tümörleri oldukça nadir görülür. Atriyal tümör trombüsü ani ölümlere yol açabileceği için tanısı ve tedavisi önem taşıyan klinik patolojidir. Bu sunumda atriyal metastaz saptanan iki akciğer kanseri olgusunu sunmayı amaçladık. Diğer uzak metastazların aksine sağ kalp tutulumu klinik olarak genellikle sessiz seyreden, sol kalp tutulumu ise pulmoner emboli ve/veya triküspit obstrüksiyonu gibi nedenlerle ani ölümlere neden olabilen bir klinik tablodur. Bu yönden hastaların değerlendirilmesi, tedavi planlanması ve prognoz belirleme açısından önem taşımaktadır.
Both primary and metastatic tumors of the heart are rare and might undergo surgical intervention to relieve or prevent possible complications. We have reported two cases vvith primary lung cancer vvith invasion into the atrium. İnvolvement of the right heart is usually clinically silent. İn contrast, involvement of the left heart is a clinic entity vvhich may cause death due to pulmonary embolus or tricuspid obstruction. Therefore imaging such patients is important for the management and the prognoses.

8.Brakiyal Pleksustan Kaynaklanan Schwannom Olgusu
Hayriye KARABULUT, Baran ACAR, Mehmet Ali BABADENİZ, Gülçin ŞİMŞEK, Emre GÜNBEY
Pages 80 - 82
Schwarınomlar periferik sinir kılıflarından köken alan benign tümörlerdir. Schwannom olgularının yaklaşık yarısı baş-boyun bölgesinde yerleşir. Brakiyal pleksus kaynaklı schwannomlar boyun kitlelerinin nadir bir nedenidir. Makalede brakiyal pleksus kaynaklı schvvannom olgusu sunulmuştur, iki yıldır boyun sol tarafında ağrısız kitle bulunan 37 yaşında erkek hasta kliniğimize başvurdu, ince iğne aspirasyon biyopsisi benign mezenşimal tümör olarak rapor edilen hastanın kitlesi eksize edildi. Operasyon sonrası sol kolunda abdüksiyon kısıtlılığı gelişti. Patoloji sonucu schvvannom olarak rapor edildi. Bu nadir olgu ile birlikte boyun schvvannomları tartışılmıştır.
Schvvannomas are benign tumors of peripheral nerve sheath. Approximately half of schvvannomas locate in head and neck region. Schvvannomas originating from brachial plexus are rare couse of neck masses. A case of brachial plexus schvvannoma is presented in this report. Thirty-seven year-old man admitted to our clinic vvith a painless left neck mass consisting for two years. Histopathologic examination of fine needle aspiration vvas reported as benign mesenchimal tumor. The mass vvas excised. Abduction limitation vvas developed at left arm postoperatively. Excisional biopsy vvas reported as schvvannoma. Neck schvvannomas were discussed vvith this rare case.

9.Glans Peniste Saptanan Kaposi Sarkomu: Olgu Sunumu
Tolga TUNCEL, Ahmet ALACACIOĞLU, Bülent KARAGÖZ, Oğuz BİLGİ, Alpaslan ÖZGÜN, Zafer KÜÇÜKODA, Emin Gökhan KANDEMİR
Pages 83 - 85
Kaposi sarkomu, sıklıkla immünsüprese hastalarda görülen inflamatuvar vasküler bir tümördür. Burada insan immünyetmezlik virüsü (HIV) negatif, immünsüpresif tedavi almayan bir hastada saptanan glans penis tutulumlu bir Kaposi sarkomu olgusu sunulmuştur. Elli iki yaşında glans peniste mor renkli nodüler lezyon ile başvurdu. Lezyonun eksizyonel biyopsi incelemesinde Kaposi sarkomu tanısı konuldu. Antitümör tedavi verilmeyen hasta altı aydır hastalıksız izlemdedir. Sonuç olarak, penisin nonspesifik lezyonlarının ayırıcı tanısında hasta HIV negatif olsa da Kaposi sarkomu akılda bulundurulmalıdır.
Kaposi sarcomas are inflammatory and vascular tumors and occur frequently in immunosuppressive patients. Herein, we present a case of Kaposi sarcomas in patient who has not infected vvith human immunodeficiency virüs (HIV) or received an immunosuppressive medication. Fifty-two year-old man vvas admitted to the hospital vvith violet nodular lesion in glans penis. The examination of excisional biopsy of lesion revealed Kaposi sarcomas. The patient has been follovved up vvithout antitumor treatment and relapse for six months. İn condusion, Kaposi sarcomas should be mind in differential diagnosis of non-specific lesion of penis.

10.Kanserin Tromboembolik Komplikasyonları ve Tedaviye Yönelik Yaklaşımlar
Yeşim YILDIRIM, Özgür ÖZYILKAN
Pages 86 - 91
Venöz tromboemboiizm kanser hastalarında mortaiite ve morbiditenin önemli bir nedenidir. İmmobiHzasyon, cerrahi girişimler, hormona! tedaviler, kemoterapi ve venöz kateter kullanımı ile meydana gelen vasküler hasarlar venöz tromboemboiizm için risk faktörleridir. Bunun yanı sıra birçok kanser hücresi koagüiasyon sistemini doğrudan ya da dolaylı olarak aktive etme özelliği olan prokoagüian maddeler salgılar. Kanser hastalarında uzun süreli yatış, cerrahi girişim gibi venöz tromboemboiizm oluşumu için yüksek riskli durumlarda düşük molekül ağırlıklı heparin He profilaksinin etkili ve güvenli olduğu gösterilmiştir. Venöz tromboemboiizm için rutin profilaksi uygulanması talidomid kullanan multipl miyelomalı hastalar dışında kanser tedavisi alan diğer hastalarda henüz standart değildir. Birçok çalışmada uzun dönem antikoagülasyonun kanser mortalitesi üzerine olumlu etkileri araştırılmaktadır.
Venous thromboembolism is a common cause of mortality and morbidity in cancer patients. Risk factors for venous throm-boembolism include immobilization, surgery, hormonal treatments, chemotherapy and vascular injury due to venous catheters. Furthermore, most of the cancer cells release procoagulant substances which activate coagulation system directly or indirectly. İn case of high risk situations for venous thromboembolism such as hospitalization, surgery prophylactic use of low molecular vveight heparin is effective and safety. Unlike the patients with multiple myeloma receiving thalidomide, prophylaxis for venous thromboembolism has not been accepted as a Standard for patients receiving chemotherapy. Favorable effects of anticoagulati-on on cancer mortality are stili under investigation.

LookUs & Online Makale